KASIMARALIK2024 Avram Ventura
Vazgeçerek özgürleşmek
Vazgeçerek özgürleşmek Yaşıtlarım mutlaka anımsıyordur. Çocukluğumuzda tutumluluk geçerli bir erdemdi. Aile içinde ya da okulda olsun gerekli uyarılar yapılır, her konuda ihtiyacından fazlası için hiç kimse özendirilmezdi. Eşyalarımız oldukça sınırlıydı. Giysilerimizin bizi utandırmayacak düzeyde ve mutlaka temiz olmasına dikkat edilirdi. Elbette ki zengin ile yoksul arkadaşlarımız arasında farklılıklar vardı, ama günümüzde olduğu gibi bu ayrım uçurumlar oluşturmuyordu. Toplum olarak sağlanan bu bilincin yanında, o yıllarda tüketimi kışkırtan kitle iletişim araçlarının olmamasını en önemli etken olarak görüyorum. Çoğu ürünün ülkeye girişi zaten yoktu, yurt dışına gidebilen sınırlı sayıda insanın dışında bırakın satın almayı, kimi ünlü markaların adını bile bilmeleri olanaksızdı. Bu yüzden hiç kimseyle, kullandığımız ürünlerin birbirlerine karşı üstünlüğünü kıyaslama olanağımız da yoktu. Günümüz için bir şey söylemeyi gereksiz buluyorum. Nasılsa herkes aile içinden, yakın çevresinden, okuduklarından kendine göre bir sonuç çıkarabilir; ama ben sözü şuraya getirmek istiyorum: Bir yandan tüketim çılgınlığı dünyanın her yöresinde sürerken, öte yandan kimileri, vazgeçmenin erdemlerini anlatmaya çalışıyor. Yalnızca kullandığımız ürünlerden değil, alışkanlıklardan, düşüncelerden, ilişkilerden… Vazgeçebilmek kitabının çok satan Amerikalı kişisel gelişim yazarı Guy Finley, şunu söylüyor: “Onsuz yaşamaktan korktuğunuz bir şeyi geride bıraktığınızda kaybettiğiniz tek şey korkunun kendisidir.” Kitabın bir başka yerinde de, ister ağaç ya da insan, tüm canlıların yaradılışında, gerekmeyeni bırakmak olduğunu söyler. Konfiçyüs, bir gün elinde bir vazo ve elmayla sınıfa girmiş. Derse başladığında, öğrencilerin görebileceği şekilde vazoyu havaya kaldırmış, elmayı da içine bırakmış. Sonra öğrencilere kim elmayı çıkarabilirse yiyebileceğini söylemiş. Acıkanlardan biri elini vazoya sokup elmayı yakalamış, ama bir türlü çıkaramamış. Konfiçyüs, elmayı sıkıca tutmaktan vazgeçmesini söylemesine karşın, öğrenci elini açmamakta direnmiş. Bir süre sonra da zorunlu olarak elini boş olarak vazodan çıkarmış. Diğer öğrenciler de şaşkınlıkla bakıyorlarmış. Onların suskunluğu karşısında Konfiçyüs, vazoyu ters çevirip elmayı eline düşürmüş. Sonra da çocuklara dönerek şöyle demiş: “Bazen bir şeyden vazgeçmek zor olduğu kadar bir beceri de ister. Eğer bir şeyi zorla tuttuğunuzda, ulaşmak istediğiniz şeyi engellediğini görüyorsanız, bırakmalısınız. Yanlış bir iş yapıyorsanız, son vermelisiniz. Ancak o zaman hedefinize ulaşabilirsiniz.” Kendi payıma ekonomik düzenin tüketimi kışkırtan yayınlarını izlerken, kimi düşünür ve yazarın karşıt düşüncelerini de ilgiyle okuduğumu söyleyebilirim. Bu satırları yazarken, günümüzden nerdeyse iki bin dört yüz yıl önce yaşamış ilginç bir düşünür, Sinoplu Diyojen geliyor aklıma. Nerede onun bir sözü geçse beni düşündürtüyor, gülümsetiyor; ama yaşamıyla ilgili okuduklarım, bir insan olarak bu düşünüre olumlu yaklaşmamı engelliyor. Nitekim o da kendini “kinik” yani köpek olarak nitelendiriyor. Bir fıçı içinde yaşadığını, dilenerek karnını doyurduğunu, yerleşik düzene karşı olduğunu, ihtiyaçlarını en düşük sınırda tutarak hayatını devam ettirdiğini biliyoruz. Gündüz elinde fenerle adam aradığını, Büyük İskender’in her tür bağış önerisine karşılık, ona yalnızca gölge etmemesini söylediğini, her adı geçtiğinde okuyoruz. Diyojen, her şeyden vazgeçerek özgürleştiğini söyler. Bu sözüne de, hiçbir şeyi olmayanın hiçbir şey yitirmeyeceğini ekler. Bu yüzden çıplak ayakla, bir fıçıya sığınarak, sırtında yalnızca bir abayla, felsefesi doğrultusunda yaşamını sürdürmüş. Zengin olan kimdir, sorusunu da, “Kendine yeten insan” olarak yanıtlamış. Kuşkusuz Diyojen, her çağ ve koşulda karşıt bir örnek olarak görülebilir, ama bu farklı düşünce ve eylemleriyle günümüze kadar ününü korumuş. Kendi payıma bu hayat tarzını onaylamasam da, sözlerini keyifle okuduğumu söyleyebilirim. Daha da önemlisi, bütün düşünürlerin söyledikleri bir yana, safra attıkça yükselen balonlar gibi, nelerden vazgeçebileceğimi düşünerek kendime yeni bir yol haritası çizebilirim.
E-DERGİ İzmir Life şimdi internette.
Tıklayın, okuyun...
Eylül/Ekim 2025 sayısında neler vardı göz atın!
AYIN MEKANLARI GÜL KEBAP

İşte istisna mekânlardan biridir Gül Kebap... Kuruluş tarihi 1949. Gül Kebap’ın özelliği sadece “iyi köfte” yapıyor olması değil. Gül Kebap yetmiş altı yıldır aynı yerde ve dördüncü kuşağın yönetiminde. “Sefer tası” misali üç katlı daracık mekânında müdavimlerinin vazgeçemediği adres. Hayranlık uyandıracak bir çaba değil midir bu? İşini, kalitesini koruyarak yapan tam bir aile işletmesi… Kurucu Mehmet Ali Gülgeze, Girit’in üçüncü büyük şehri Resmo’dan İzmir’e göçle gelmiş. Çanakkale’de savaşmış. Bayrağı, ikinci kuşak oğulları Mustafa ve Muhsin Gülgeze devralmış… Ardından torun Hüsnü Gülgeze. Ve bugün dördüncü kuşak Hüsnü’nün oğlu Burak Muhsin işin başında. “Bir Kemeraltı klasiği” olarak Gül Kebap, esnaf lokantası köfteciliğini ilk günden bugüne değişmeyen formül ve sunum geleneğiyle tavizsiz sürdürüyor.

FİLİBELİ HAN

Filibeli Han Eski İzmirlilerin hatıralarındaki Şükran Oteli, özenli bir yenileme süreci sonrasında sahiplerinin soyadını alan "Filibeli Han" Kemeraltı Çarşısı'nın yeni cazibe merkezi olarak hizmete açıldı. Günümüz ihtiyaçlarına uygun yiyecek içecek mekanlarının yer aldığı Filibeli Han'ın üst katı da keşke çeşitli el sanatları üretiminin yapıldığı atölyelere açılsa... Bizim dikkatimizden kaçmış olabilir ama binanın kısa bir tarihinin yabancı dilleri de kapsayacak şekilde bir köşede yer alması çok doğru olurdu diye düşünüyoruz.

BOŞNAKYA

Boşnakya Filibeli Han'ın yan sokağa açılan çıkışında sevimli olduğu kadar lezzetli ürünler sunan "Boşnakya" isimli bir mekan var. Kıymalı Boşnak böreği, peynirli, patatesli ve patlıcanlı börekler, yaprak sarma ve haşhaşlı börek gibi lezzetlerin ağız sulandırdığı mekanda demli bir çay veya reyhan şerbeti yanında poğaçalar ve harika tatlılar deneyebilirsiniz.Antakya'nın çıtır kabak ve kömbesi, bougatsa Selanik tatlısı, medovik Rus pastası, triliçe tatlıları sizi bekliyor. Cuma günleri menüye mantı da ekleniyor. Boşnakya'ya uğramayı ihmal etmeyin.