NISAN2022 Reşat Yörük
Haydar Dümen’le aynı asansörde yalnız kalmak…
Haydar Dümen’le aynı asansörde yalnız kalmak… Herkesin kendine göre ufak tefek korkuları vardır mutlaka. Şahsen ben düdüklü tencereden korkarım. Üstteki deliğinden buhar püskürtürken patlayacakmış gibi gelir hep. O yüzden hiç elle(ye)mem. Sahilde balık avlayanların yanından geçerken, fırlatacakları oltanın gözüme, burnuma ya da kulağıma saplanmasından, kurşunun kafamı yarmasından korkarım. Memlekette bu kadar sakar adam varken, dikkat etmek lazım değil mi? Büyük mağazaların çıkışında hırsızlığa karşı kurulmuş kontrol sistemleri var ya! Bir de oradan geçerken alarm ötecek diye korkarım. “Ya birisi cebime bir şey koymuşsa” paranoyası… Benimkiler bir şey mi? Millette ne korkular var! Mehter takımından korkanları biliyorum mesela. Örnek isteyenlere, sünnet düğününe mehteran bölüğü getirilen çocuğun hikayesini anlatayım: Has duur, yaallah! Oğluna sürpriz yapmak isteyen baba, Turgutlu’daki bir mehter grubu ile anlaşıyor. Kalabalık ve gerçekçi bir takım olsun istiyor. Para problem değil… Onlar da koca otobüsü 40 kadar palabıyıklı yiğit (!) ile doldurup geliyor İzmir’e. Bornova’da, sünnetin yapılacağı eve yakın bir noktada, babanın ayarladığı bir kereste deposuna inip hazırlanacaklar. Karşı apartmanın 4. katında oturan polis emeklisi Rıfkı Bey, deponun önünde park eden otobüsü ve sonrasında yaşanan hareketliliği görünce sotaya yatıyor hemen. Adamın uyuz olacağı kadar da var hani! 30-50 yaşları arasında, bıyıklı-sakallı onlarca erkek iniyor bir otobüsten; sonra bagaja yanaşıp sandıklar içinden kılıçlar, gürzler, mızraklar ve miğferler alarak giriyorlar depoya. Bir sürü büyük kutu da hiç açılmadan içeri taşınıyor. Bizim polis emeklisi eski istihbaratçı olduğundan, teşhisi koyuyor hemen. “Yaşşa oğlum Rıfkı! Sobeledin adamları! Silahlarını pek kestiremedim ama bunlar kesin terör yapılanması... İzmir’de yeni bir hücre evi kuruyorlar besbelli! Kenarda durup onlara talimatlar veren ufak boylu, hafif göbekli olan da örgüt lideri kesin. Başka yerde görsen, halim selim bir adam zannedersin ama belli ki şeytanın önde gideni şerefsiz!” Hemen yemek masasının üzerine bıraktığı telefonu alıp Emniyet Müdürlüğü’ndeki çömezlerini aramayı düşünüyor o an. Kimbilir ne gurur duyacaklar kendisiyle? Üstelik meslekten ayrılmasına rağmen içindeki ateşin hala sönmemiş olması, onları da motive edecek. Sonra “Dur bakalım, biraz daha gözetleyelim” diyerek vazgeçiyor aramaktan. Bu arada, emekli istihbaratçı Rıfkı Bey’in giderek Abdullah Azzam Tugayları’na benzetmeye başladığı gizemli grup içerideki hazırlıklarını tamamlıyor, giyinip kuşanıyorlar. Sonra üçerli sıra halinde deponun önüne diziliyorlar. Rıfkı Bey mi? Terör örgütü yapılanması sandığı adamların her dinleyişte gözlerini doldurup içini titreten mehteran bölüğü olduğunu görünce öylece kalakalıyor tabii… Neyse… Sancak takımı, cevganlar, zurnazenler, boruzenler ve davulzenler son hazırlıklarını yaparken, organizasyon sahibi baba da geliyor. Bizim Rıfkı Bey’in örgüt lideri zannettiği ufak boylu, hafif göbekli mehter başı ile selamlaşıp tokalaşıyor. Yanında sünnetçi olduğu anlaşılan eli çantalı, ince bıyıklı, gözlüklü bir adam var. Sonra hep birlikte ilerleyip sünnet çocuğunun bulunduğu sokağın başında yürüyüş düzeni alıyorlar. Önde üstlerinde zırh, ellerinde kılıç ve gürz olan yeniçeriler, arkalarında ise davullu, zurnalı ve köslü çalgıcı grup. Eli çantalı sünnetçiyi en öne geçirip mahallenin girişinde başlıyorlar çalmaya. Ama öyle böyle değil, inliyor ortalık. Neeeslin dedeen, ceeeddin babaan! Mahalledeki herkes pencerelere koşuyor. Gururlu baba dokunsanız ağlayacak. Anlı şanlı mehter takımına öncülük eden sünnetçi ise öyle bir havaya girmiş ki, sanırsın 2. Mahmut Sırp isyanını bastırmış, eve dönüyor. Gürültüye anlam veremeyen bizim sünnet çocuğu da heyecanla çıkıyor balkona. Ruh halini düşünsenize garibimin. Sünnetçi ve arkasındaki silahlı palabıyıklılar ordusunu görünce, Viyana önünde Türk askeri görmüş kardinal çocuğundan beter oluyor tabii. E o korkmasın da kim korksun mehterden? Sonrasında ömür boyu yaşanacak mehter korkusu ve travma… Triskadekafobi Millette ne korkular ver dedim ya? Haydar Dümen’le aynı asansörde yalnız kalmaktan korkan bir akrabam vardı mesela. Adam rahmetli olunca epey rahatladı. Bir arkadaşım da, patlamış mısırını eline alıp keyifle izleyeceği maçta Ömer Üründül’ün yorumcu olmasından çok korkardı. Hala da öyle! Allah var, yerden göğe kadar haklı… Bir ara denk gelmiştim, Üründül’lü bir maça… Penaltı oldu. Spiker Ömer Üründül’e sordu, “Ne diyorsunuz hocam?” diye. Gelen cevap “Penaltı”ydı. Ben duymadım ama başka bir maçta da “Gol yemeseydik ilk yarı sıfır sıfır bitebilirdi” demiş. Hepsi bir yana, mır mır mır konuşurken insanın maç izleme zevkini, tüm enerjisini ve ömrünü tüketip uykusunu getiriyor. Ben söyleyenlerin yalancısıyım; bazı televizyon programları da kimilerinin zihninde yer edinip belli korkuları tetikliyormuş. Uzmanı değilim ama kastettikleri şey muhtemelen, geleceğe ilişkin güzel hayalleri olan nişanlı genç bir kızın, zap sırasında 7 kez boşanmış Seda Sayan’ın yaptığı evlilik programı ile karşılaşması gibi bir şeydir. Seviyesiz bir magazin tartışmasında o ciyak ciyak bağıran haliyle Nihat Doğan’ı görmek, 5-10 saniye de olsa, elinde mikrofon, “Nane nane nane nan n ana nane” diye bir takım sesler çıkaran Ajdar’ı ve o garip dansını izlemek veya Saba Tümer’in kahkahasına maruz kalmak da olabilir mesela. Ya da ne bileyim, Danilo Şef’i seyreden 3 yaşındaki çocuğunun Türkçe’yi unutacağını zanneden annenin korkuları… Hadi ölümden, yaşlanmaktan, kapalı yerde kalmaktan, tuvalette depreme yakalanmaktan, Melih Gökçek’in yeniden Ankara Belediye Başkanı seçilmesinden ya da gece su içmek için mutfağa giderken (makyajlı ya da makyajsız farketmez) Bülent Ersoy’la karşılaşmaktan korkanları anlıyoruz. Balonlardan, kelebeklerden korkanları da bir nebze... Ama rakamlardan korkmak nedir abi? Triskadekafobi diye bir şey var; hiç duydunuz mu bilmiyorum. On üç sayısı korkusu… Hele ayın 13’ü cuma gününe denk geliyorsa, işte o zaman yandı gülü keten helva. Bir de Çin, Japonya ve Kore’de görülen “dört” korkusunu (doğru okuyun, döt değil) duydum. Ona da Tetrafobi adını takmışlar. Ve bu fobiyi takıntı haline getiren yerlerdeki kimi asansörlerde dört rakamını kaldırmışlar. Ne akla hizmetse artık! Anlayamadığım şey şu: Bürosunun 4. katta olduğunu söyleyen bir arkadaşınızı ziyaret edeceksiniz. Geldiniz iş merkezine, bindiniz asansöre… Aaa o da ne! Asansördeki onca düğme içinde 4 yok! “Gözlerim iyice bozuldu” deyip yakın gözlüğünüzü takıyorsunuz ama nafile… Bulamıyorsunuz 4. katı… En mantıklısı 5. kata çıkıp oradan merdivenle bir kat aşağı inmek ama ya 4. kat komple yoksa! İşte asıl korku o zaman başlıyor. “Kafayı mı yiyorum acaba” korkusu… Sanırım Tetrafobi dedikleri böyle bir şey. Fındık ezmesinin damakta kalma fobisi de varmış, evlerden ırak. Bir psikiyatri sitesinde görmüştüm. Panikle doğrudan boğulmaya neden olabiliyormuş. Üstelik tedavisi de zor bir fobi türüymüş. Bence abartıyorlar. Fındık ezmesi yemezsin, olur biter!