Yaşandıkça keyif veren bir kentin
okundukça keyif veren dergisi.
ANA SAYFA
REKLAM
Abone
İLETİŞİM
SATIŞ
YAZARLAR
Yayın Kurulu
Yeter artık
Ayse Perin (Tatari)
Temmuz Ağustos Yazılarım
Avram Ventura
Düşünce ya da eylem
Günter Soydanbay
Gastro-diplomasi
Prof. Dr. Levent Kırılmaz
Yaşamak ve yaşlanmak
Dr. Zeki Hozer
AP seçimleri ve yükselen aşırı sağ
İzmir Life
262 -
Temmuz/Ağustos 2024
Güncel ve geçmiş sayıları Magzter üzerinden satın alıp okuyabilirsiniz.
TEMMUZ AĞUSTOS 2024
Yeter artık sonbahar gelsin diyenler parmak kaldırsın! Artan sıcaklıklar herkesi etkiliyor. çalışma direncini ezip geçiyor adeta... İnsanda hareketsiz kalma isteğini artırıyor ve biz size yaz sayımızı hazırladık. Keyifli okumalar
AĞUSTOS MİDYE ZAMANI
Ağustos, midye zamanı... Deniz kenti İzmir’de yemesen olmaz bir tat midye. Lezzeti kaygıları bastıracak kadar fazla. Güvenilir bir yeriniz varsa, gerisi sorun değil. Bilmeniz gereken en önemli şey, temiz denizden çıkarılıp-çıkarılmadığı. Bataklıktan toplananlar, özellikle demire yapışmış halde bulunanlar zararlı olabiliyor. Ancak kum ve taş üstündekiler en makbulü. Uzmanlar selenyum, kalsiyum, demir, magnezyum, fosfor, A, B1, B2, B6, B12 ve C Vitaminleri yönünden oldukça zengin bir deniz ürünü olan midyenin yüksek oranda Omega 3 yağ asitleri içerdiğini de söylüyor. Fayda, lezzet ve güvenli mekan birleşimi tuttu mu, yeme de yanında yat! Ağustos ayı, tam da zamanı. Midyenin en etli, yağlı ve lezzetli dönemi kasım ayı sonuna kadar sürecek... Lezzetin temelinde iç midyenin yatırıldığı sos var. Şişe dizilen midyeler, tuz, yumurta, soda ve unla yapılan bir bulamaca batırılıp, öyle kızartılıyor. Midyenin temiz olup-olmadığına gelince, iç midye önce kaynatılıp içindeki yosunlar temizleniyor, kaynar su mikropları öldürüyor. Midyenin dolmasını İzmirliler, tavasını İstanbullular daha çok tüketiyor. Bunu anlamak için kimsenin söylemesine gerek yok aslında. Seyyarda, balıkçıda, restoranda, plajda, akla gelebilecek her yerde midye dolma bulunurken, tava söz konusu olunca sadece belli başlı yerler karşınıza çıkıyor. Son zamanlarda ise kabuğu ile doğal haşlanmış özel soslu midyeler de menülerde yer alıyor.
İZMİRBORÇAĞI
Prof. Dr. Yıldırım’dan yeni bir keşif:“İzmirborçağı” İZMİR (Ege Ajans)- Pek çok bitki türünü literatüre kazandıran Ege Üniversitesi Botanik Bahçesi Herbaryum Araştırma ve Uygulama Merkez Müdürü Prof. Dr. Hasan Yıldırım, İzmir’de Baklagiller ailesinden yeni bir çalı türü keşfetti. Keşfedilen yeni türe “İzmirborçağı”, bilimsel olarak ise “Chamaecytisus erythropetalus” ismi verildi. Bitkinin keşif sürecini anlatan Prof. Dr. Hasan Yıldırım, “Menderes ilçesinde 2012-2023 yılları arasında gerçekleştirilen arazi çalışmaları esnasında yeni bir ‘Chamaecytisus’ popülasyonu tespit ettik. Örneklerin morfolojik olarak değerlendirilmesinin ve gerekli literatür çalışmalarının ardından keşfedilen bitkinin, Chamaecytisus cinsine ait herhangi bir takson ile benzeşmediği görüldü. Böylece bitkinin, bilim dünyası için şimdiye kadar keşfedilmemiş, yeni bir türe ait popülasyon olduğu sonucuna varıldı. Doktora öğrencisi Tuğkan Özdöl ile birlikte gerçekleştirdiğimiz ayrıntılı taksonomik çalışmalar sonucunda yeni keşfe ait bir makale yayınlayarak İzmirborçağı’nı bilim dünyasına tanıttık” dedi.
AYVALIK 10. AIMA MÜZİK FESTİVALİ
Ayvalık 10. AIMA Müzik Festivali başlıyor Ayvalık Uluslararası Müzik Akademisi (AIMA) tarafından, Sabancı Vakfı’nın desteğiyle bu yıl onuncusu düzenlenen “Ayvalık AIMA Müzik Festivali”, 23 Temmuz - 21 Eylül tarihleri arasında müzikseverlerle buluşacak. •AIMA Masterclass eğitmenleri Jean-Marc Fessard ve Ayşegül Kirmanoğlu, 23 Temmuz’da dinleyici karşısına çıkacak. • 2024 yılında Mendelssohn-Bartholdy yarışmasında birincilik kazanan Viatores Quartet, 7 Ağustos akşamı Türkiye’de ilk kez Ayvalık dinleyicisi ile buluşacak. • Birsen Ulucan (piyano), Özcan Ulucan (keman) ve Ozan Evrim Tunca’dan (viyolonsel) oluşan Ulucan Trio, 16 Ağustos’ta Cunda Adası’nda olacak. • Trio Hera, 29 Ağustos’da Haydn, Rahmaninov, Şostakoviç ve Say yapıtlarıyla dinleyici karşısına çıkacak. • Artualid Quartet, 12 Eylül akşamı dinleyicilere Brahms ve Mahler’den yapılar seslendirecek. • Piyanist Rüya Taner ve Yazar/Müzisyen Kürşat Başar ile “Yerelden Evrensele” projesi kapsamındaki renkli konser 15 Eylül’de... •Kapanış konseri piyanist Kisuk Kwon, festivalin kapanış konserinde, 21 Eylül akşamı Haydn, Schubert, Liszt ve Schumann yapıtlarından oluşan bir program seslendirecek. Konserlerle ilgili ayrıntılı bilgiye ve biletlere, Mobilet internet sitesinden erişilebiliyor.
EFSANE GÖZTEPE
Efsane Göztepe geri döndü Türkiye’de futbolun doğduğu ilk şehir olan İzmir’in köklü kulüplerinden Göztepe, Eyüpspor ardından Süper Lig’e yükselen ikinci takım oldu. Kapalı gişe oynayan, her iç saha maçını adeta karnaval alanına çeviren taraftarlarından deplasman dahil her maç inanılmaz destek alan Göztepe, 1. Lig’de gösterdiği başarısıyla bir üst lige çıkarak sadece kendi camiasının değil, İzmir’in de Süper Lig hasretine nokta koydu. Sarı kırmızılılar yaşanan hayal kırıklıklarına rağmen pes etmeyerek Teknik Direktör Stanimir Stoilov önderliğinde “İnan Güzel Günlere” manifestosuyla yola çıkıp, büyük bir azim ve hırsla mücadele ederek iki senenin ardından önümüzdeki sezon Süper Lig’de top koşturacak. SÜPER LİG SANA ÇOK YAKIŞIYOR GÖZTEPE Sarı kırmızılı taraftarlar “Efsanesin tarihinle Göztepe / Statlara sığmıyorsun Göztepe / Süper Lig sana çok yakışıyor Göztepe” ve “Göztepe diyerek sana yüz vurduk / Sarının yanına kırmızı koyduk / Yıllardan beridir hep seninle olduk / Göztepe sen bizim her şeyimizsin / Her şeyimizsin her şeyimizsin” Göztepe Marşları’yla maç boyunca ve maç sonrası kutlamalarda dillerinden düşürmediler.
VALİ KAZIM PAŞA
Kalkınma köyden başlayacak-tır... Başlayacak-tı... Vali Kazım Paşa’nın İzmir ve çevresindeki kalkınma modeli kalkınmanın köylerden başlaması ilkesine dayalıydı... Bu ilkeyi uygulamak için Ödemiş ile Bozdağ arasındaki köyler pilot olarak seçilmişti... Daha sonraları ve iş işten geçtikten çok sonraları, yani kentler göçe esir düştükten sonra ortaya atıldı uydu-kent projeleri, kalkınmayı köylüden başlatacak laşar. Vali Kazım Paşa’nın 1926-1933 arasında İzmir’in kasaba ve köylerinde yaptıkları 1946 sonrası örnek alınsa şehirlerimizi ‘kurtarma’ şansımız olabilirdi… Geçenlerde bir yerde okudum, ne güzel bir söz: Bir insan gerçekten ne zaman ölür, onu en son anan insan öldüğü zaman…. Diyelim ki bir bahar gününde İzmir’e en yakın bozulmamış bir coğrafyaya gitmek istiyorsunuz, tercihiniz hâlâ doğal hayatın en güzel biçimi ile korunduğu Karaburun olacaktır kuşkusuz. Ambarseki’den Sarpıncık’a kadar kendinizi “insan” hissedebileceğiniz noktalara ulaşmanız mümkündür. Mordoğan’dan çıkıp da Karaburun’a doğru iyice daralan yola girdiğinizde üzerinde “Cumhuriyetin mamur eserlerinden” diye yazan bir kitabe olan çeşme ile karşılaşırsınız. Bu arada hemen söyleyelim aman bu yol böyle kalsın, yolun genişlemesi bazen böyle yerleri öylesine bozuyor ki, biz sevenleri Karaburun’a yol istemiyoruz. Yolu bozuk diyenlerle de Karaburunlunun işi olmaz zaten. Karaburun öyle “uçarak” gelinecek, iki saatte keyif alınacak bir yer değildir… Diyelim ki şu sıcak yaz günlerinde çok bunaldınız. Canınız yayla serinliği çekiyor. Ne de olsa Orta Asya kökenli ataların “kışın yazıya (ovaya) yazın yaylaya” göçme geleneği var… İzmir’e en yakında yaylanın Ödemiş’in üzerindeki Gölcük olduğunu öğrenip bu doğa harikasına uzanmak istiyorsunuz. Adını bir zamanlar orada yaşamış Cenevizlilerden alan Genev’in ya da yeni ve uyduruk adıyla söylemek gerekirse Zeytinlik üzerinden Gölcük Yaylası’na çıkmak istiyorsunuz, karşınızda aniden bir anıtsal çeşme beliriveriyor… Üzerinde benzer bir yazı “Cumhuriyetin mamur eserlerinden…” Diyelim ki sonbaharın Ege’deki en güzel renklerini görmek istiyorsunuz. Size önerilebilecek birinci yer Bergama’dan Ayvalık’a Kozak Yaylası üzerinden gitmenizdir… Antik Pergamon’un duvarları yanı-başınızda sürüp giderken başlayan renk cümbüşü fıstık çamı ormanlarının başladığı yere kadar sürecektir. Havzanın bütün renklerini bir arada sunar size doğa Kozak’a giderken… Bu arada yine anıtsal bir çeşme görürsünüz, üzerinde aynı yazı, “Cumhuriyetin mamur eserlerinden…” Benzeri bir çeşme de Kemalpaşa’yı Torbalı’ya bağlayan yol kenarında yapılmış; ama yol genişletilirken sökülüp atılmış, nereye gittiği belli değil. Bunlar bizim sık gördüğümüz çeşmeler… İzmir ve çevresindeki yerleşimlerde onlarca böyle çeşme yaptırmıştı Vali Kazım Paşa... Kazım Dirik’i bu ay da anlatmaya devam ediyoruz, İzmir Eskiden’de… Baştaki sözü anımsayarak: Bir insan gerçekten ne zaman ölür, onu en son anan insan öldüğü zaman. Demek ki Kazım Paşa’mız henüz gerçekten ölmedi. Bu çeşmelerden su içip “yapana, yaptırana” hayır duası edecek insanlar yaşadığı sürece de ölmeyecek.
PORTAKAL AĞAÇLARI
Portakal ile Türkiye’nin dış borçlarının ödendiğini biliyor muydunuz? Atatürk’ün liderliğinde, Türkiye’nin tarım sektöründe yaptığı atılımlar ve özellikle portakal gibi ürünlerin ihracatının artırılması, ülkenin kalkınması ve dış borçlarının ödenmesine ciddi katkıda bulunmuş, ekonomik bağımsızlığına katkı sağlamıştır. İletişimci yazar Barış Karaoğlan, yeni romanı “Portakal Ağaçları” ile okurlara derin ve anlamlı bir yolculuk sunarken portakalın ülkeye nasıl geldiği konusuna da yer vererek, Atatürk liderliğindeki tarım politikasının önemi bir kez daha gün yüzüne çıkmış oldu. Karaoğlan’ın kişisel deneyimlerinden ve gözlemlerinden ilham alarak kaleme aldığı roman, yaşamın zorlukları, umut ve yeniden doğuş temalarını işliyor. Karaoğlan, bu özel romanı ve içindeki karakterlerle ilgili sorularımızı yanıtladı. Adana portakalının tarihçesi ve öneminden bahsederek başlamak yanlış olmayacaktır. Portakal’ın Adana ile bağlantısı nedir acaba? Roman portakal ekseninde dönüyor gibi görünse de bir anlam bütünlüğü olarak hikayenin kurgusunu da tam olarak bilmek gerekiyor fakat bilinmesi gereken en önemli konu, Washington Portakal’ın hikayesi. Türkiye’ye İtalya’dan getirilen portakal ağaçları, Atatürk’ün girişimleriyle Adana, Antalya ve Mersin gibi bölgelerde yetiştirilmiş ve bu üretimle ülkenin dış borçlarının ödenmesine büyük katkı sağlamıştır. Adana portakalı, bu tarihçesiyle bölgede büyük bir öneme sahiptir. “Portakal Ağaçları” romanınızla ilgili heyecan verici bir serüvene çıkıyoruz. Bu kitabın sizin için özel bir anlamı var mıydı? “Portakal Ağaçları”, benim için sadece bir hikayenin ötesinde, derin bir kişisel keşif ve ifade yolculuğunu temsil ediyor. Her yazar gibi, bu roman da iç dünyamın bir yansıması. İnsanın hayatta karşılaştığı zorluklar, umutlar ve yeniden doğuşun anlamını ele alırken, kendi deneyimlerimden ve gözlemlerimden beslendim. “Portakal Ağaçları”nda doğanın ve insanın gücünün önemi vurgulanıyor. Sizce doğa ile insanın ilişkisi ruhsal ve duygusal açıdan nasıl bir etkileşim içinde? Doğa, insanın ruhsal ve duygusal iyileşmesinde önemli bir rol oynar. Doğanın güzelliği, huzuru ve dengesi, insanın iç dünyasını dengelemesine ve ruhsal olarak beslenmesine yardımcı olabilir. Bu etkileşim, insanın kendini keşfetmesine, dengesini bulmasına ve yaşamın anlamını daha derinlemesine anlamasına olanak tanır. Kitabınızda, karakterlerin yaşadığı zorluklar karşısında nasıl bir baş etme mekanizması geliştirdiği ele alınıyor. Sizce insanlar zor zamanlarda nasıl güç bulur ve kendilerini nasıl yeniden inşa eder? İnsanlar zor zamanlarda içlerinde saklı olan güçlerini bulabilir ve kendilerini yeniden inşa edebilirler. Bu süreçte, duygusal dayanıklılık, pozitif düşünme, destek sistemleri ve kişisel gelişim araçları gibi kaynaklar önemli rol oynar. Sayın Karaoğlan, romanınızın ana teması olan umut ve yeniden doğuş, okuyuculara nasıl bir mesaj iletmeyi amaçlıyor? “Portakal Ağaçları”nda temsil edilen umut ve yeniden doğuş teması, okuyuculara yaşamın ne kadar güçlü ve anlamlı olabileceğini hatırlatmayı amaçlıyor. Her ne olursa olsun, umut ve içimizdeki güçle her zorluğun üstesinden gelinebileceğini vurgulamak istiyorum. Her birimiz, içimizdeki gücü keşfederek ve yaşamın sunduğu fırsatları değerlendirerek yeniden doğuşu mümkün kılabiliriz. Romanın ana karakterlerinden biri olan Antony’nin iç yolculuğunu nasıl tanımlarsınız? Antony’nin yolculuğu, yaşadığı kayıplar ve zorluklar karşısında bir yeniden doğuş ve anlam arayışıdır. Onun hikayesi, karanlık zamanlarda bile umudu ve içsel gücü bulma sürecini temsil eder. Antony, kendini yeniden keşfederken ve yaşamın derin anlamlarını kavramaya çalışırken, okuyuculara ilham ve cesaret veren bir figürdür. Portakal bahçelerinin Antony’nin üzerinde bıraktığı etkiden bahseder misiniz? Antony, portakal bahçelerinin etkileyici kokusundan büyülenmiştir. Bahçenin ortasında, en iri ağacın gövdesine sarılırken kokunun onu mest ettiğini ve hayatta en mutlu anlarını hatırladığını hisseder. Portakal çiçeğinin romandaki sembolik anlamı nedir? Portakal çiçeği, romanda hem doğanın güzelliğini hem de ruhsal bir huzuru temsil eder. Antony’nin en mutlu anılarını hatırlamasına yardımcı olur ve romanın genel atmosferine mistik bir dokunuş katar. St. Pierre Kilisesi’nin Antony için önemi nedir? St. Pierre Kilisesi, Antony’nin amcası Papaz Teddeo’nun görev yaptığı yer olması nedeniyle Antony için büyük bir öneme sahiptir. Antony, amcasının burada yazdığı mektupları ve fotoğrafları inceleyerek onun izlerini takip eder ve bu kutsal mekânın atmosferini solumak ister. St. Pierre Kilisesi’nin tarihi ve dini önemi nedir? St. Pierre Kilisesi, Stauris Dağı’nın batısında kayalara oyulmuş bir mağara kilisesidir. İsa’nın havarisi Aziz Petrus, Hristiyanlık inancını yaymak için burada bulunmuş ve dinin ilk kilisesi olarak kabul edilen bu yerde vaazlar vermiştir. Kilise, Hristiyanlık tarihinde büyük bir öneme sahiptir ve Aziz Petrus’un burada “Hristiyan” adını ilk kez kullanmasıyla ünlüdür. “Portakal Ağaçları”nın okuyucular üzerinde bırakmayı umduğunuz etki nedir? “Portakal Ağaçları”nı okuyan herkesin, umut, sevgi ve güçle ilgili derin bir anlayış geliştirmesini ve yaşamın anlamını yeniden keşfetmesini umuyorum. Bu romanın, okuyuculara ilham vererek ve yolculuklarına rehberlik ederek, ruhsal olarak besleyici bir deneyim sunmasını diliyorum. Herkesin, yaşamın zorluklarına rağmen içlerindeki gücü bulabileceğine ve her zaman umutla dolu olabileceğine inanıyorum. Hepimiz hayatın her anının değerini bilerek ve zorluklar karşısında asla pes etmeden yaşamasını öğrenmeliyiz. Her birimiz, içimizde muazzam bir güç barındırıyoruz. Bu gücü keşfederek, yaşamın sunduğu tüm fırsatları değerlendirebilir ve kendi hikayemizi yazabiliriz. Kitabın bu yolda okura ilham vermesini umuyorum. Keyifli okumalar diliyorum.
BENGİSU AİLE BİRLİĞİ
Bengisu Aile Birliği (BAB) çatısı altında büyüyen kuşaklar Bengisu Aile Birliği (BAB) çatısı altında senede iki kez bülten çıkartıyorlardı. Gölcük’te neler oluyor, aileye katılan yeni üyeler kimler, torunların başarıları... Birliğin kuralları, sözleşmesi vardı. Gölcük’teki dede evinde her yıl buluşulur, bir ağaç kütüğüne yeni doğanların isimleri çakılırdı. Bülten artık çıkmıyor ama göl kenarındaki evde büyük aile buluşmaları sürüyor. Bengisu soyadı, tarihin eskitemediği bir evde paylaşarak çoğalıyor... "Savaşın askeri, barışın hekimi, cumhuriyetin şehircisi". Dr. Mustafa Şevket Bengisu için yapılan en kısa tanımlama bu. Hepsinin içini açarsak, adanmış bir yaşam karşımıza çıkıyor. Yemen, Şam, Trablusgarp, Bingazi, Çanakkale ve Filistin cephelerinde onca olanaksızlığa rağmen sayısız can kurtarmış, Türk Devleti’nin kuruluşunda neredeyse her alanda savaş vermiş, Ödemiş aşkıyla pırıltılı teklifleri hiç düşünmeden reddetmiş, bir Ortaçağ kasabasını andıran şehrini imarı, kanalizasyon sistemi, su-elektrik şebekesi ve halkeviyle adeta baştan yaratmış. Dostları Ödemiş’i suya kavuşturan doktora "hayat suyu" anlamına gelen "Bengisu" soyadını boşuna önermemişler. Şimdi hikayeyi geri sarıyoruz... Kasapların Mustabey’di o. Ödemiş'te Mursallılı Kasap Koca Ali'nin oğluydu. Koca Ali, Bozdağlar’ın güney eteklerine yaslanmış Mursallı Köyü’nde hayvan besleyip kasaplık yaparken ailesini Ödemiş’e göçürmüştü. Küçük çoban Mustafa, beş çocuktan üçüncüsüydü. "Ailede bir kişi okusa yeter" mantığıyla ona sığır çobanlığı uygun görülmüş ama ağabeyi Süleyman Efendi, kardeşindeki zeka pırıltılarını keşfetmişti. Akşehirli arkadaşı Salih Efendi'den Mustafa’yı talebesi yapmasını rica ettiğinde, bir doktorun doğumuna yol açan mucize de başladı... Askeri lise ve tıbbiye, sonra da İstanbul Gülhane Hastanesi’nde Göz-Kulak-Burun ihtisası... Okurken Fransa'ya gönderilince, şehircilik tutkusunun ilk tohumları da atılıyor. Ülkede onu en çok etkileyen, şehirlerin düzeni ve uygar olanakları. "Neden kendi doğduğu Ödemiş de böyle olmasın?". Yüzbaşı Mustafa Şevket, İstanbul Tıp Fakültesi’nden mezun olunca Ödemiş’e dönme hayali kuruyor ama bu, görev yerini tayin edecek kur’aya bağlı. Memleketin en ünlü hastanesini, İstanbul Gülhane’yi çekmiş, umurunda mı? O, mütehassıs olarak Ödemiş’e gitmeyi seçiyor...
ARKAS SANAT ALAÇATI
Arkas Sanat Alaçatı iki farklı sergiyle açıldı Çeşme Belediyesi desteğiyle hayata geçen Arkas Sanat Alaçatı, kalıcı ve süreli sergi salonları ile her disiplinden kültür-sanat etkinliklerine zemin olacak atölye alanlarıyla İzmir’de çağdaş sanat buluşmalarına ev sahipliği yapacak. Arkas, İzmir’e kazandırdığı sanat merkezlerinde sanatseverlerle buluşturduğu sergiler ve etkinliklerle “İzmir’in Sanat Rotası” olma yolunda attığı adımlara bir yenisini daha ekleyerek beşinci sanat merkezini İzmir’in Çeşme ilçesine bağlı Alaçatı’da ziyarete açtı. Açılışını kalıcı ve süreli olmak üzere iki farklı sergiyle gerçekleştiren Arkas Sanat Alaçatı, yıl boyunca bu sergilere paralel tasarlanan sanatçı konuşmaları, seminer, atölye gibi etkinliklerle sanatseverlerle buluşacak. Merkezin içinde bulunan Monreve Patisserie ise ziyaretçiler için keyifli bir durak olacak. Arkas ile Çeşme Belediyesi arasında imzalanan protokol kapsamında Çeşme Belediyesi’ne ait arazinin 30 yıllığına Arkas’a tahsis edilmesiyle faaliyete geçen merkezin Çeşme’nin kültür-sanat etkinliklerini zenginleştirmesi amaçlanıyor.
TOBAV MANDOLİN ORKESTRASI
TOBAV Mandolin Orkestrası Bayraklı Belediyesinin TOBAV işbirliği ile hayata geçirdiği TOBAV Mandolin Orkestrası, İzmir ve yurdun çeşitli şehirlerinde verdiği konserlerde marşlar, valsler, dünya klasikleri ve film müzikleri seslendiriyor. Sanat yönetmenliğini ünlü orkestra şefi Gürer Aykal'ın üstlendiği, genel koordinatörlüğünü TOBAV İzmir şubesi temsilcisi Hale Gökalpsezer’in yaptığı orkestranın konzertmeisteri ise mandolin albüm kayıtlarıyla tüm dünyada beğenisini kazanan Bülent Yazıcı... Orkestranın başarılı şefi Uğur Sayınbatur ile gelecek planları üzerine keyifli bir sohbet yaptık...
MAVİ NEXT
Mavi’de “NEXT” Dönemi 2023 yılında konsolide gelirlerini enflasyon muhasebesine göre yüzde 25, TMS 29 düzeltmeleri öncesi verilerine göre yüzde 91 oranında artışla 26 milyar 293 milyon TL’ye yükselten Mavi, şirketi geleceğe taşıyacak yeni büyüme stratejisini açıkladı. “Daha çok büyüme potansiyelimiz var” Mavi CEO’su Cüneyt Yavuz şirketin geçmiş dönem performansıyla ilgili, “Müşterimiz, çalışanımız, iş ortaklarımız ve Türkiye ile birlikte büyüyoruz. İçinden geçtiğimiz krizlerden de, pandemiden de, temeli insan, yönetimi ve finansı sağlam bir şirket olarak hep güçlenerek çıktık. Krediye, finansmana ulaşmanın zorlu olduğu günümüzde, kendi öz kaynaklarımızla geleceğe güvenle bakabiliyoruz. Her zaman genç kalarak, her dönemin dinamizmini yaşatarak sürdürülebilir kârlı büyümeyi sağladık ve daha da çok büyüme potansiyelimiz var” dedi. Mavi NEXT stratejisiyle perakende, online, yeni lojistik ve teknolojiye yatırım yapacak “Hedefimiz milyar dolarlık bir şirket olma yolunda Mavi’nin büyüme potansiyellerini açığa çıkarmak ve dünyaca ünlü moda markaları ile birlikte şampiyonlar liginde yer almak” ifadesini kullanan Yavuz, Mavi NEXT stratejisinin temelini, “Mükemmellik tutkumuz, büyüme odaklılığımız, sürdürülebilir kültür ve ekosistemimiz” şeklinde özetledi. Perakende başta olmak üzere online, yeni lojistik sistemleri ve teknolojiye yatırım yapacaklarını, Kuzey Amerika ve Almanya öncelikli olmak üzere globalde yeni hedeflerini hayata geçireceklerini açıkladı. 1,3 milyon yeni müşteri kazanarak kendi rekorunu kırdı, her gün 3.500 yeni müşteriyi Mavi ailesine kattı Her yıl 1 milyon yeni müşteri kazanma hedefini 2023 yılında aşan Mavi, 1,3 milyon yeni müşteri ile kendi rekorunu kırdı. CEO Cüneyt Yavuz, “CRM altyapımız Kartuş’a kayıtlı aktif müşteri sayımız 2023’te 7 milyona ulaştı. Her gün 3.500 kişiyi Mavi ailesine kattık. Yeni müşterilerimizin %70’i 35 yaş altı kişilerden oluşuyor. Yeni müşteri kazanımında gençlerle büyüyoruz” şeklinde konuştu.
İZMİR KÜLTÜR SANAT FABRİKASI
Her gün birçok ziyaretçi İzmir'in yeni müzesinin kapısından girerek kültür sanat ve tarihin derinliklerinde keşifler yapıyor. Kentin yeni cazibe merkezi olan İzmir Kültür Sanat Fabrikası (İKSF), bir müze olmaktan öteye yüzlerce kitaplık kütüphanesiyle tam bir araştırma merkezi. Müzenin koridorlarında benim gördüğün en güzel şey ise ilkokul çağındaki ziyaretçiler... Müzelere gitmek orada geçmiş yaşama dokunmak, insanlık tarihine ilişkin bilgilerle donanmak küçükler kadar büyükler için de keyifli olmalı... İKSF'yi henüz ziyaret etmediyseniz, orada güzellikler sizi bekliyor...
DOĞA VE SANAT
Doğayı sanatla korumak Önce “Aynı Denize Bakmak’ isimli İzmir Akdeniz Bienalinde çevre kaygıları ile sanatın bütünleşme hikayesinde gördük Foça’daki deniz çayırlarını… Kaş’taki Su Altı Parkı dünyada eşi benzeri olmayan bir iş… Kaş’ta da deniz çayırlarının korunması için mesajlar veriliyordu. Biraz araştırınca gördüm ki dünyanın hemen her yerinde su altında hem koruma hem de sanatsal farkındalıklar yaratma adına çok değerli işlere imza atılıyor. Çevre koruma kaygıları ile sanatın bir araya gelmesi, hem estetik açıdan güzel hem de çevresel açıdan son derece önemli bir birleşim… Su altı heykel parkları gibi projeler, deniz yaşamının korunması ve sürdürülebilirliği konularında toplumda farkındalık yaratıyor. Sanat eserleri, ziyaretçilere doğal yaşamı keşfetme ve koruma sorumluluğunu anlama fırsatı sunuyor. Bu deniz çayırları için yaratılmaya çalışılan farkındalık benim bu yazıyı yazmama ilham verdi. Bu yazıda Avrupa ülkelerinin su altı kültürel ve korumacı parklarından söz edeceğim. Dünyanın başka yerlerindeki parklar başka bir yazının mevzuu. Elbette deniz çayırlarının kıyılarımızdaki durumu ve geleceği de uzun bir yazıyı hak ediyor. Sanatsal su altı projeleri, dalış turizmini teşvik ederek bölge ekonomisine katkıda bulunuyor. Yapay resif oluşturmak da çok önemli… Su altı heykelleri, çevresel olarak sürdürülebilir yapılar olarak düşünülebilir. Doğal mercan resiflerinin yerine geçmese de bazı türler için uygun bir habitat sağlayabiliyor ve deniz biyolojik çeşitliliğini artırabiliyor. Sanat eserleri, doğal ortamla etkileşime geçerek farklı bir estetik deneyim sunuyor. Deniz altındaki heykeller, dalış yapanlar için büyüleyici ve ilham verici bir atmosfer yaratıyor. Su altı sanat projeleri genellikle uluslararası sanatçılar, bilim insanları ve yerel topluluklar arasında işbirliği ve kültürel değişimi teşvik eder. Bu projeler, farklı kültürel perspektifleri bir araya getirerek küresel bir anlayış oluşturabilir. Çevre koruma kaygıları ile sanatın bir araya gelmesi hem toplumsal hem de çevresel faydalar sağlayan önemli bir yaklaşımdır. Sanatın, doğanın ve insanın uyum içinde olduğu projeler, gelecek nesiller için sürdürülebilir bir dünya vizyonunu destekler. Mavi Ege Denizi Rotary Kulübünün BEAP projesi kapsamında "Bodrum Deniz Çayırları" sıkça dile getirildi. Akdeniz’in çeşitli bölgelerinde açılan su altı sanat parklarının neredeyse tamamında aynı kaygılar var. Şimdi en büyüğünden başlayarak sanat ve korumacılığın yaşadığı su altı parklarını size anlatayım…
ÇIKIŞ HARCI ENDİŞE YARATTI
ÇIKIŞ HARCINA ZAM TÜRKLER KADAR KOMŞUDA DA ENDİŞE YARATTI Yeni vergi paketinde yer alması beklenen zamlı yurt dışı çıkış harcı için Gelir İdaresi Başkanlığı’nca, 150 TL olan ‘Yurt dışı çıkış Harcı’nın 3 bin TL’ye yükseltilmesi önerisinin gündeme gelmesi yurt içinde ve dışında yankı uyandırdı. Türkiye’de yurt dışı çıkış harcına zam önerisinin tartışmaları sürerken, aynı dönemde Yunanistan’ın da adalara seyahat edenler için liman vergisini artırmayı planlaması Türk turiste çifte darbe oldu. Her iki kıyının bu yüksek zamlı fiyat artışlarını uygulaması halinde hem yurt dışı hem de Yunan adaları Türk turist için bundan böyle hayalden öteye geçemeyecek.
EFES DENEYİM MÜZESİ ADINI DÜNYAYA DUYURDU
Efes Deneyim Müzesi adını dünyaya duyurdu Türkiye’den Efes Deneyim Müzesi, dünya çapında sergi ve ağırlama sektöründeki prestijli projeleri onurlandırmak amacıyla düzenlenen Mondo-Dr Awards’tan birincilik ödülü ile döndü. İzmir’in Selçuk ilçesinde bulunan ve Unesco Dünya Mirası listesinde yer alan Efes Antik Kenti içindeki Efes Deneyim Müzesi, teknoloji, tasarım ve sergi alanında dünyanın en prestijli ödüllerinden biri olan Mondo-Dr Awards’ta kendi alanında en iyiler arasına girerek adını dünyaya duyurdu. 1984 yılından bu yana kesintisiz olarak yayınlanan İngiltere merkezli Modriale Publishing Dergisi’nin yedincisini düzenlediği Mondo-Dr Awards, bu yıl 12 Haziran’da Las Vegas’ta yapıldı. Sergi ve ağırlama sektöründeki en iyi projeleri ve başarıları tanımak amacıyla organize edilen ödül töreninde, özellikle mekanların tasarımı, ziyaretçi deneyimi ve teknik donanımlar üzerine odaklanılıyor. Bağımsız jüri üyelerinden oluşan bir kurul tarafından dünya çapındaki çalışmaları ödüllendiren Mondo-Dr Awards’ta bu yıl Türkiye’den Efes Deneyim Müzesi ödüle layık bulundu. Dünyada ‘Deneyim müzeciliği’ni tarih anlatımı ile birleştiren ilk müzelerden biri olan, Kültür ve Turizm Bakanlığı’na bağlı DEM Müzecilik tarafından geliştirilen ve işletilen Efes Deneyim Müzesi, “En İyi Müze” alanında, Paris Eternal Mucha ve Danimarka’nın Carl Nielsen ve Regan Vest gibi müzelerini geride bırakarak ilk 4 arasına girmeye hak kazandı. Finalde ise, Riyad’da bulunan Aramco VIP Visitor Center, Hindistan’da bulunan India in Fashion ve Paris’te bulunan Dome Des Invalides Müzeleri ile yarışan Efes Deneyim Müzesi, rakiplerini geride bırakarak Mondo-Dr 2024 Awards’da “Müzeler” Kategorisi’nde birinciliğe adını yazdırdı.Geçtiğimiz sene aynı kategoride birinciliği Dubai’de bulunan “Museum of the Future” kazanmıştı. Efes Deneyim Müzesi İzmir’in Selçuk ilçesinde bulunan ve Unesco Dünya Mirası listesinde yer alan Efes Antik Kenti, yepyeni bir müzecilik anlayışı ile ziyaretçilerine Antik Kent’in altın çağını bizzat yaşatıyor. Ziyaretçilerine «immersive” teknolojilerle Antik Efes’teki günlük hayatı, mimariyi ve sanatı kişisel olarak deneyimleme imkanı sunuyor. “Immersive” teknolojiler, izleyicileri zengin ve kapsayıcı bir işitsel ve görsel tecrübenin içine alıyor, anlattığı hikayeleri gerçekmiş gibi yaşatıyor. Aralarında Türkiye’nin ve dünyanın en önde gelen şirketlerinden ve akademik kurumlarından mimarların, küratörlerin, tasarımcıların, sanatçıların, teknoloji uzmanlarının, tarihçilerin ve arkeologların olduğu geniş bir ekibin tasarladığı Efes Deneyim Müzesi, ziyaretçilere Efes’in altın çağındaki gündelik hayatı, ticareti, sanatı ve mimariyi deneyimletiyor. T.C. Kültür ve Turizm Bakanlığı’na bağlı olan ve bir deneyim tasarım şirketi olan DEM Müzecilik tarafından geliştirilen ve işletilen Efes Deneyim Müzesi, tarihsel hikayenin ileri teknolojiyle bir araya gelerek oluşturduğu özgün anlatısıyla da dünyada sayılı öncü örnekler arasında yer alıyor.
TEMA VAKFI
“Sağlıklı toprak, sağlıklı yaşam demektir!” TEMA Vakfı, bu yıl 17 Haziran Dünya Çölleşme ve Kuraklıkla Mücadele Günü’nde, gezegenimizin yaşam kaynağı olan toprağın geleceğine odaklanarak “Toprak için bir olalım” çağrısında bulundu. TEMA Vakfı Yönetim Kurulu Başkanı Deniz Ataç, “Verimli tarım arazilerimizin çölleşme riskine karşı acil tedbirler almak hem bugünü hem de yarınlarımızı korumak için vazgeçilmez bir sorumluluktur.
DENİZ AYNI DENİZ
Deniz aynı deniz ama farklı olan bir çok şey var Son aylarda Türklerin Yunan adalarına akını başlıca gündemlerden biri oldu. Herkesin dilinde, "Şunu yedim, bu kadar ödedim. Şemsiyeler bedava, hizmet süper" lafları... Evet, deniz aynı deniz ama farklı olan çok şey var. İşte size bir ada gezisi ve farklı olanlar... Geleneksel hale getirdiğimiz Samos tatilimizin derinliklerinde pek tabii köklerimize duyduğumuz özlem var. Ege'de yaşayan pek çok aile gibi bizim de adalar ile ilgili büyüklerimizden bazen gözü yaşlı, bazen de kahkahalar arasında dinlediğimiz; oraların yağmurlarına ve yaz aylarında insanı dağlayan yakıcı güneşine, oralarda bir evin yan sokağındaki yaşlı çınarın sonbaharda dökülen yapraklarına ve can alıcı bir sevdanın minnacık filizlerine uzanan hatıralarına saygı için sürdürüyoruz ada gezilerimizi.
TANRIÇA TİKE
Tanrıça Tike Ülkemizde o kadar çok değerli arkeoloji müzelerimiz var ki gezmeye doyum olmaz. Ve onların içinde binlerce müthiş eserlerimiz sergilenmektedir. İşte o müthiş heykellerden birini size tanıtmak istiyorum. Bundan dolayı bu hafta içimden İstanbul Arkeoloji müzesinde görüp de hayran kaldığım mitolojik bir Tanrıçayı, etraflıca yazmak geldi.
GASTRONOMİ KÜTÜPHANESİ
Gastronomi Kütüphanesi ve bir inşaat mühendisi: AYŞEN NAZLI İzmir’de, Osmanlı ve Cumhuriyet Dönemi Türk mutfağı, dünya mutfakları yemek tariflerinin yer aldığı binlerce kitaptan oluşan, gastronomi alanında eğitim gören öğrenciler, akademisyenler ve sektörde çalışanlar için hazine değerinde bir Gastronomi Kütüphanesi var. Çok emek… Bu emeğin sahibi inşaat mühendisi Ayşen Nazlı…
SANATTA ETKİLEŞİM
Sanatta etkileşim Sanat eserinin hayattan daha derinlerde olduğu, yüce ve ulaşılmaz olduğu görüşü 20. yüzyılın başında Dada Akımı ile değişmeye başlar. Dada Akımı sanatın alışılagelmiş tüm değerlerine karşı bir başkaldırı olarak okunabilir. Sanat eserleri yaşamın içinde yer almaya başlar, sanatçı ile izleyici arasındaki mesafe ortadan kalmış olur. Sanatçı ile izleyici arasındaki ilişki 1960’larda daha da yoğunlaşır. Bu görüşün hararetli savunucusu Marcel Duchamp’dır. Ona göre sanat eserinin yaratım öyküsünün başlangıcı sanatçı, sonu da izleyicidir. Sanatçı eserini izleyiciye sunmakla kişisel düşüncesini ifade etmiştir. Dolayısıyla eserin dış dünya ile bağlantı kurmasını sağlamıştır. Bundan sonraki adım izleyicinin yorumuna kalır. Böylece sanatçı ile izleyici birbirleriyle özdeşleşmiş olurlar. Sanatın sihri bu birleştirici gücündendir. İzleyici kendi entelektüel birikiminin izin verdiği ölçüde esere yorum getirir. Bu karşılaşma anı etkileşimi de doğurmuş olur. Bu etkileşim sanatçının olması istediği şekilde gerçekleşmesi sanatçı/eser/izleyicinin aralarında kurdukları ilişki içinde gerçekleşir. Seyirci bu noktada pasif alımlayıcı rolünden evrilmiş yorumlayıcı konumuna yükselmiştir. Sanatçı eseri, bir kavramı ortaya koymuştur. Dolayısıyla bir sanatsal kavramı başlatanı olmuştur. 1863 yılı modern sanat için bir kırılma noktasıdır. Bu kırılma noktasını başlatan eser Manet’nin "Kırda Öğle Yemeği" tablosudur. Kırda Öğle Yemeği ya da Kırda Piknik tablosu bugün çok fazla ilgi görüyor olsa da kendi döneminde beğenilmemiş, bayağı, çirkin ve özellikle ahlaksızca bulunmuştur. 1863’te Fransa’nın meşhur sergi salonu olan Salon de Paris tarafından sergilenmesi reddedilmiş, eser ancak Salon de Refuses (Reddedilenler Salonu) adındaki salonda sergilenebilmiştir. Bu tablo neden önemlidir? Neden modern sanatın başlangıç noktası olarak kabul edilir? Eser sahip olduğu sıra dışı özelliklerden dolayı kendi döneminde akademik ortamda taktir görmez, aksine son derece bayağı ve yoz bulunur. Neden bu kadar çok tepki çekmiştir? Tablo tuhaf olması bir kır ortamında giyinik adamların yanında çıplak bir kadının geri planda da yıkanan yarı çıplak bir diğer kadının yer alması mıdır? Manet’nin bu eserini yaparken Tiziano’nun Pastoral konser (Pastoral Concert) ile Raimondi’nin Paris’in Yargısı (The Judgement of Paris) eserleri ona ilham kaynağı olmuştur. Her iki eser de Rönesans dönemine aittir. Tiziano’nun Pastoral Konser’inde müzisyen iki adamla yanlarındaki Rönesans tarzında idealize edilmiş iki çıplak kadın yer alır. Raimundi‘nun Paris’in yargısı eserinden de ciddi ölçüde etkilendiği görülen tabloda sağ alt köşede oturan iki müzisyen ve bir çıplak kadın üçlü bir grup halinde yer alırlar. Bu tablo Manet’nin tablosunda ön planda yer alan iki adam ve çıplak kadının nereden esinlenerek oluşturduğunu açıkça gösterir. Manet’nin eserini yaparken bu iki Rönesans eserini temel almış olduğu aşikardır. Rönesans devrinde çıplak resmedilmiş kadınlar yadırganmamıştır. O halde Manet’nin tablosu ne içermekteydi ki o devirde bir skandala sebebiyet verdi? Öncelikle eserde görülen iki adamın dönemin seçkin Fransız beyefendileri oldukları giysilerinden anlaşılmaktadır. Bu giyinik adamların yanında görülen iki kadın çıplak resmedilmiştir. Ön planda çıplak oturan kadının hemen yanı başında giysiler ve şapka görülmektedir. Bir grup insan ağaçlar içinden geçen bir ırmağının kıyısında oturmuş kendi aralarında eğlenmektedir. Resmin ön planında yiyecek dolu sepete bakarak piknik yapmakta olduklarını fark ederiz. Giyinik bir şekilde kırda oturan bu beyefendilerin yanında çıplak olan kadınların onların arkadaşları olamayacakları bellidir. Bu beyefendilerinin giyiminden onların burjuvaziye mensup olduklarını anlarız. Çıplak kadınları onları eğlendirmek amacıyla parayla tutulmuş oldukları açıktır. Bu çıplak kadınların üst sınıfa mensup beyefendiler gibi üst sınıf fahişeler olduklarını anlamak uzun sürmez. İşte bu noktada eserin neden tepki gördüğü anlaşılır.
E-DERGİ
İzmir Life şimdi internette.
Tıklayın, okuyun...
Güncel sayıya göz atın