TEMMUZAGUSTOS2024
Prof. Dr. Levent Kırılmaz
Yaşamak ve yaşlanmak
YAŞAMAK VE YAŞLANMAK
Gençlik bir hayat evresi değil, bir akıl halidir.
Seneler cildi buruşturabilir, ama heyecanların bitişiyle ruh buruşur.
İnsan, kendine olan güveni derecesinde genç, şüphesi derecesinde yaşlıdır; cesareti derecesinde genç, korkuları derecesinde yaşlıdır;
Umudu kadar genç, bezginliği kadar yaşlıdır.
Hiç kimse fazla yaşamış olmakla yaşlanmaz.
İnsanları yaşlı hissettiren, ideallerinin bitmesidir.
Kalbi sevdikçe, neşe duydukça, güzellikleri fark ettikçe,
Beyni yeni şeyler keşfettikçe, herkes gençtir.
İnsanlar yaşadıkça yaşlandıklarını sanırlar, hâlbuki yaşamadıkça yaşlanırlar.
İnsan yaşlı olmaya karar verdiği gün yaşlanır.
(William Ewart Gladston)
Yaşlanmaya dair tüm inanışlar bizim zihnimizden kaynaklanır. Bu düşünceleri bilincimizden atarak ebedi gençlik ve sağlık üzerinde yoğunlaşabiliriz. Toplumun yaşlanma konusunda verdiği olumsuz mesajların size bir yararı yoktur.
Yaşam, hayatta kalmaktan daha büyük amacı olan bir deneyimdir. Hem bireysel yaşamlarımızda hem de kitlesel deneyimimizde meydana gelen her şey, daha büyük bir amaca hizmet eder. Yaşam ıstırap içermek zorunda değildir. Yaşam süreci aynı zamanda ruhumuzun evrim sürecidir. Bunun dünyevi mutluluk ile bir ilgisi yoktur ama dünyevi mutluluk ruhun evrim sürecinin kaçınılmaz bir ürünüdür.
İnsanoğlu binlerce yıldır hayatta kalmanın en önemli şey olduğuna inanıyor. Hatta çok sayıda insan bunun içgüdüsel olduğunu savunur. Ancak, insanların içgüdüsel olarak tek amaçlarının hayatta kalmak olmadığı ortaya çıkmıştır. Eğer hayatta kalma temel amacınız olsaydı, yanan bir binada, ikinci katta ağlayan bir bebek sesi duyduğunuzda kendinizi kurtarmak için kaçardınız, ama bunu yapmazsınız. Binaya geri koşarsınız, çünkü hayatta kalmak o anki önceliğiniz değildir.
Eğer hayatta kalma temel amacınız olsaydı, yolun kenarında yanan bir arabanın içinde şaşkınlıktan donup kalmış birini gördüğünüzde arabanızı sürmeye devam ederdiniz, ama bunu yapmazsınız. Arabanızı durdurup, diğer araca koşup, araba infilak etmeden önce sürücüyü kurtarmak için kendi hayatınızı riske atardınız, çünkü hayatta kalmak o anki önceliğiniz değildir
Bu ve bunun gibi anlar göz önüne alındığında ruhumuz için gerçekten önemli olanın yirmi dakika, yirmi yıl yaşamak değil “nasıl yaşayacak” olduğunu fark ederiz. Günlerimizin ve gecelerimizin ana motive edici unsuru nedir? Var olma nedenimiz nedir?
Yaşlanmanın yaşı yoktur. Kristof Kolomb, 50 yaşında dünyayı keşfe çıkmıştır. Pasteur, kuduz asısını 60 yaşında bulmuştur. Mimar Sinan, Süleymaniye camisini bitirdiğinde 70; Selimiye camisini tamamladığında ise 86 yaşındaydı. Galileo, 73 yaşında iken ayın günlük ve aylık çizimlerini yapmıştır. Goethe, en büyük eseri Faust’u ölümünden bir yıl önce, yani 82 yaşında bitirmiştir. Yaşadığımız günlerin, yılların değeri, seçimlerimizle, başardıklarımızla ve arkamızda bıraktığımız izle ölçülür. Önemli bir hayatı yaşamayı seçmek, yaşadığımıza dair hayata bir iz bırakmak gerekir.
Geldiği her yol ayırımda bir tercih yapar insan. Yol boyunca tereddüt ve korkular endişeyle karışır. Acaba bu yol benim için doğru mu diye düşünürüz. Aslında yolun hiçbir önemi yoktur. Önemli olan ardına bakmadan daima ileriye doğru yürümektir. Çünkü “olmak zorunda olan” her zaman olmaya devam eder. İçten, dürüst, kararlı yürümeye devam etmek koşuluyla öğrenen, keşfeden, gelişen insanı yürüdüğü her yol, hedefe yaklaştırır.
Her yaşanan şey yeni bir farkındalığın kapısını aralıyorsa, neyin yaşandığının bir önemi de yoktur aslında. Yürüdüğümüz yolda gördüğümüz, işittiğimiz, dokunduğumuz, hissettiğimiz, düşündüğümüz, umduğumuz her şey tamamen bize özeldir. Su nasıl içinde bulunduğu kap tarafından şekillendiriliyorsa, şekilsiz olanı şekillendiren de insanın yine kendisidir.
Bütün yollar sonunda insanı kendisine ulaştırır. Her yolun sonunda, insanı sadece kendisi bekler. En sonunda kendisiyle arkadaş olduğunda, birlikte yürümek ona haz verir, kalbinde sevgiye kocaman yer açılır. Hayata karşı bir duruşunuz, ruhunuzun kendine has bir üslubu olduğunda, kendinize güvendiğinizde dağılmış olan her şey de yerli yerine oturur. Hayat daha anlamlı, olağanüstü bir canlılık kazanır. Kendinizi olduğunuz gibi kabullenmek, kendinizin farkında olmak, bilgeliğin, anlamanın da başlangıcıdır.
Hayatta önemli olan, ne aldığımız değil ne verdiğimiz, öğrendiklerimiz değil öğrettiklerimizdir. Önemli olan, sağlam bir karakter, doğruluk, dürüstlük, merhamet, fedakârlık ve cesaretle atılmış her adımla, başka yaşamları ne kadar zenginleştirebildiğimizdir. Önemli olan, hatıralarımız değil sevenlerimizin kalbinde yaşayacak olan hatıralarımız ve kaç kişi tanıdığımız değil bu dünyadan göç ettiğimizde ebedi bir yoksunluk hissedecek olan insanların sayısıdır.
Bilincinizi yükseltin ve yaşınızın olmadığını fark edin. Biz, zaman kadar genç ve sonsuzluk kadar yaşlıyız. Dolu dolu ve muhteşem bir coşkuyla daima şimdide, "an" da yaşadığınız sürece o "an" daki kadar genç kalırsınız. Bu ruhsal yaşamda durağan kalamazsınız. Daima yapacak ve öğrenecek yeni ve heyecanlı şeyler vardır. Beklenti içinde olmak daima uyanık ve genç tutar. Zihniniz eskidiğinde ve monotonlaştığında, donuklaştığında yaşam tüm pırıltısını ve coşkusunu kaybeder. Zihninizi uyanık tutun, o zaman asla yaşlanmazsınız. Bilinç, gençlik pınarıdır ve yaşama coşkusu da yaşam iksiridir.
Yaş sizin için ne ifade ediyor? Yaşlanmaktan korkuyor musunuz? Yoksa kendi dizginlerini eline alan ve gençlik pınarının insanın kendi bilincinde bulunduğunu bilen ve anlayanlardan mısınız? Zihninizi genç ve uyanık tuttuğunuz zaman, yaşlanmak diye bir şey yoktur. İnsanlar genelde yetmiş yaşın, yaşamın tamamı olduğunu düşünür ve kendilerini sınırlandırırlar. Yaşlılıkla ilgili bu düşünceleri içinizden atmanız gerekir. Kaybolan zamanı geri getiremezsiniz. Doğaya çıkın, ıslak toprak kokusunu, denizi, martıların sesini, yağmuru dinleyin. Kocaman açın kollarınızı, sevdiklerinize sarılın.
ÇOK GEÇ DİYE BİR ZAMAN YOKTUR
Okulun ilk günü, ilk derste profesörümüz, önce kendini tanıttı, sonra "Bu yıl, yepyeni bir öğrencimiz var. Çok ilginç biri, bakalım bulabilecek misiniz?” dedi.
Ayağa kalkıp etrafa bakmaya başlamıştım ki, yumuşak bir el omzuma dokundu, döndüm. Yüzü iyice kırışmış bir yaşlı hanımefendi bana gülümseyerek bakıyordu.
"Ben Rose" dedi." yakışıklı. 87 yaşındayım. Madem tanıştık seni kucaklayabilir miyim?
Güldüm. "Tabii" dedim. "Hadi sarıl bana." Öyle sımsıkı sarıldı ki.
"Bu kadar genç ve masum yaşta üniversiteye niye geldin?" diye şaka yaptım.
Minik bir kahkaha ile yanıtladı: "Buraya zengin bir koca bulmaya geldim. Evlenip birkaç çocuk doğuracağım. Sonra emekli olup dünya turuna çıkacağım.”
Dersten sonra kantine gidip, birer sütlü çikolata içtik. Hemen arkadaş olmuştuk. Ertesi gün ve ertesi üç ay, sınıftan hep birlikte çıktık ve hep kantinde lafladık. Öyle akıllı ve öyle deneyimliydi ki, onu dinlemekle, derslerden daha çok şey öğrendiğimi hissediyordum. Sömestre boyunca Rose kampüsün ilahesi oldu. Nereye gitse etrafı çevriliyor, çok çabuk arkadaş ediniyordu. İyi giyinmeyi seviyor, diğer öğrencilerin ilgisini çekmeye bayılıyordu. Rose hayatını yaşıyordu. Hepimizden daha canlı, daha dolu yaşıyordu. Sömestre sonunda, konuşma yapması için futbol balosuna davet ettik. Orada bize verdiği dersi unutmama imkân yok.
Konuşmasını önceden hazırlamış ve bir yığın karta kocaman kocaman yazmıştı. Elinde bu deste ile kürsüye yürürken, kartları elinden düşürdü. Konuşma darmadağın olmuştu. Şaşkın, biraz da utanmış mikrofona doğru eğildi.
"Ne kadar beceriksizim, değil mi? Özür dilerim. Buraya gelmeden önce heyecanım yatışsın diye bir duble viski attım. Sonucu görüyorsunuz. Şimdi bu kartları toplasam bile onları yeniden sıraya koymam mümkün değil. Onun için en iyisi ben size aklımda kalanları söyleyeyim, olur mu?"
Biz kahkahalarla gülerken, o bardaktan bir yudum su aldı ve konuşmasına başladı:
“Yaşlandığımız için, eğlenmekten, oynamaktan, yaşamaktan vazgeçmeyiz. Eğlenmek, oynamak ve yaşamaktan vazgeçtiğimiz için yaşlanırız.
Genç kalmanın, mutlu olmanın ve başarıya ulaşmanın sadece dört sırrı vardır:
1- Her gün gülmek ve yaşama katacak mizah bulmak.
2- Bir rüyanız olmalı mutlaka. Rüyalarınızı kaybettiniz mi, ölürsünüz.
3- Yaşlanmakla, büyümek arasında çok büyük bir fark vardır. Eğer 19 yaşındaysanız ve bir yıl hiç bir şey yapmadan, hiç bir şey üretmeden bir yıl sırtüstü yatarsanız, sadece bir yaş yaşlanır, 20 olursunuz. Ben 87 yaşındayım ve ben de bir yıl hiç bir şey yapmadan, hiç bir şey üretmeden sırtüstü yatarsam, 88 yaşımda olurum. Herkes bir yılda bir yaş yaşlanır. Bunun için özel bir yetenek ya da bilgiye ihtiyaç yoktur. Oysa bir yaş daha büyümek için, mutlak bir şeyler yapmak, üretmek, kendini geliştirecek fırsatları bulmak ve kullanmak gerekir.
4- Asla pişman olmayın. Biz yaşlılar, genelde yaptıklarımızdan değil, yapmadıklarımızdan pişman oluruz çünkü. Ölümden korkan insanlar, pişman olanlardır. Pişman olmaktan korktukları için hiçbir şey yapmayanlardır.
Ders yılı sonunda Rose yıllar önce başlayıp, yaşam mücadelesi içinde ara vermek zorunda kaldığı üniversiteyi derece ile bitirdi.