Yaşandıkça keyif veren bir kentin
okundukça keyif veren dergisi.
ANA SAYFA
REKLAM
Abone
İLETİŞİM
YAZARLAR
Yayın Kurulu
24. yıla merhaba
Ayse Perin (Tatari)
Arkas Sanat Alaçatı ve Vasarely
Avram Ventura
Saygı duymak zorundayız
Gülhan Berkman Yakar
Bir iyilik hareketi; KAHEV
Günter Soydanbay
Ormanlarımız Yandı. Peki Şimdi Ne Yapabiliriz?
Pınar Tekeş
Yenilenme sezonuna giriş
Prof. Dr. Levent Kırılmaz
Hayır demeyi bilmek
Dr. Zeki Hozer
Zoonozlar ve Maymun Çiceği Hastalığı.
Zekeriya Şimşek
İzmir İçin İntihar Vakti: Kent Lokantası, Bomonti, İstinye vs.
İzmir Life
263 -
Eylül/Ekim 2024
Güncel ve geçmiş sayıları Magzter üzerinden satın alıp okuyabilirsiniz.
EYLÜL/EKİM 2024
24. yıla merhaba 2001 Eylül ayından bu yana yayınlanan dergimiz bu sayı ile birlikte 24. yayın yılına ayak bastı. Başlarken Sevgili Ahmet Piriştina'ya "25 yıl yayınlayacağız" diye söz vermiş, ardından hep birlikte gülüşmüştük. Ülkenin yaşadığı ekonomik zorluklara rağmen İzmir Life 2 ayda bir dijital olarak yayınlanıyor ve 10 binin üzerinde okuru ile buluşuyor. Dergimizi destekleyen okurlarımıza bir kez daha teşekkür ediyoruz.
CUMHURİYET'İN HEMEN ÖNCESİ VE HEMEN SONRASI
Cumhuriyet’in hemen öncesi ve Cumhuriyet’ten hemen sonrası... eğitim hayatımız boyunca bize verilmiş tüm tarih bilgilerine biraz mesafeli dursak ve merakla kendi tarihimizi, karşılaştırmalı kaynaklardan okusak, idealize edilmiş anlatılardan kopsak, dünyanın son büyük imparatorluklarından birinin devamı olduğumuzu, büyük mücadeleler, bazen de büyük hatalar yapsak da 20. asrın ulus devletlerinden birini kurduğumuzu, orada kimi zaman olumlu gelişmeleriyle, kimi zaman darbeleriyle, kimi zaman dünyayla entegre olurken kimi zaman içimize kapandığımız dönemleri yaşadığımızı ilk elden görür müyüz acaba? Tarih yaşanıp rafa kalkan bir şey değil aslında, bizimle birlikte devam eden, kabul etsek de etmesek de etkilerini yaşamaya devam ettiğimiz bir olgu. O yüzden ne idealize edilmiş Osmanlı tarihi anlatısı ne de idealize edilmiş Cumhuriyet okuması kafamızdaki sorulara cevap oluyor. Gazeteci İsmail Küçükkaya “Birbirinden yalıtılmış, birbirinden koparılmış ya da birbirini itham eden tarihsel redlerin yarattığı bilinç kaybı maalesef yabancılaşmamızı daha da ağırlaştırmaktan başka bir işe yaramıyor” diyor. Sakince düşünüldüğünde Cumhuriyet de Osmanlı da bizimdir. Yıkılan imparatorluğun ardından kurulan yeni devlete ilk kez “Türkiye” dedik. Prof. Dr. İlber Ortaylı da “Şüphesiz Cumhuriyet, 20. Asrın çağdaşlaşma ve refah idealiyle kurulmuş, ‘ulus devlet’ olarak Türk devlet geleneğinin devamıdır. Osmanlı’yı cihan imparatorluğuna taşıyan ve modern cumhuriyeti kuran öz aslında aynıdır” der. Devletin ilk gününden itibaren çözmeye çalıştığı Kürt sorunu, irtica meselesi, eğitim meselesi ve daha birçok meselesi de bu mirasın içindedir.
TARIMA DESTEK
Sebze fideleri ile tarıma destek Bornova Belediyesi, gıda güvenliğini sağlamak ve yerel üreticiyi desteklemek amacıyla eğitim çalışmalarının yanı sıra yerel tohum ve fide dağıtıyor. Tarımsal Hizmetler Müdürlüğü bünyesinde kurulan yerel tohum bahçelerinde yaklaşık 50 çeşit atalık tohum üretimini gerçekleştiren Bornova Belediyesi, bu tohumlardan elde edilen fideleri Bornovalılara dağıttı. İlkbahar aylarında üreticilere domates, biber ve patlıcandan oluşan yaklaşık 350 bin sebze fidesi dağıtan Bornova Belediyesi, üreticilerden gelen talepler üzerine kış döneminde ekilmek üzere 120 bin sebze fidesinin dağıtımına başladı. Yerel tohumlar Tamamen yerel tohumlar kullanarak yetiştirilen fideler, mahalle statüsündeki eski köy yerleşimlerinde verilen “Kış Sebzeleri Yetiştirme Teknikleri” eğitimlerinin ardından dağıtılıyor. Kışlık sebze fideleri karnabahar, lahana, brokoli, marul, kereviz ve pırasadan oluşuyor. Bornova Belediye Başkanı Ömer Eşki, “Çiftçinin maliyetler karşısında ne kadar çaresiz kaldığını herkes biliyor. Günden güne tarımsal üretim yapmak daha da zorlaşıyor. Bornova Belediyesi olarak içinde bulundukları koşullara rağmen üretim yapmakta ısrar eden çiftçilerimize çok yönlü desteklerimiz devam edecek” dedi.
İZMİR ZAMANIN ÖTESİNE GEÇİYOR
İEF'de İzmir zamanın ötesine geçecek İzmir Enternasyonal Fuarı (İEF), 30 Ağustos-9 Eylül tarihlerinde 93’üncü kez ‘teknoloji’ temasıyla kapılarını açıyor. ‘ Zamanın Ötesine Geçiyoruz’ sloganıyla ziyaretçilerini ağırlayacak olan İEF; özel teknoloji alanlarıyla farklı deneyim imkanları sunuyor. İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı Dr. Cemil Tugay, bu kez İzmirlileri bir sürprizin beklediğini belirterek “Tüm dünyanın yakından tanıdığı sürpriz konuğumuz resmi açılış töreninde, ayrıca farklı etkinlik ve söyleşilerde yer alacak” dedi. Türkiye’nin en eski markalarından ve İzmir’in en önemli simgelerinden İzmir Enternasyonal Fuarı (İEF), 93’üncü kez kapılarını açıyor. 93 yıldır ülkemizin ticari ve kültürel hafızasını barındıran önemli bir miras olan İzmir Enternasyonal Fuarı, 30 Ağustos-9 Eylül tarihlerinde Kültürpark’ta ziyaretçilerini geleceğin kapılarını aralamaya davet ediyor. ‘Teknoloji’ temasıyla ve ‘Zamanın Ötesine Geçiyoruz’ sloganıyla düzenlenen Fuar’daki özel teknoloji alanları İzmirlilerin ilgisini çekecek. Bu yıl İzmir Enternasyonal Fuarı’nda pek çok konuk şehrin ve ülkenin katılımıyla hem Türkiye’nin ticari ve kültürel hafızasını yaşatacağımızı hem de yarının dünyasını keşfetme fırsatını bulacağımızı belirten Başkan Tugay, “Fuar, teknoloji meraklılarının potansiyelini sergileyebileceği, fikirlerini paylaşabileceği ve geleceğe yönelik projeler geliştirebileceği buluşma noktası olacak. Bu yılki teknoloji teması ve fuarda ortaya çıkacak sinerji, İzmir’in dijital dönüşüm sürecine önemli bir katkı sağlayacaktır. İzmir Büyükşehir Belediyesi olarak teknolojiyi ve yapay zekâyı kent yönetiminde etkin bir şekilde kullanma hedefimiz doğrultusunda, bu tür tematik etkinliklerin yerel işletmelerin dijitalleşmesine ve inovasyon kapasitelerinin artmasına büyük katkı sağlayacağına inanıyoruz” diye konuştu. Teknoloji özel alanı var Fuar’da yer alacak teknoloji özel alanında; teknokentler, organize sanayi bölgeleri, bu alanda faaliyet gösteren dernekler, sivil toplum kuruluşları, yapay zekâdan oyun teknolojilerine, yenilenebilir enerjiden robotik sistemler ve oyun teknolojilerine kadar birçok alanda çalışan firmalar ürün ve hizmetlerini tanıtacak. Belediye şirketleri İZFAŞ ve İzmir İnovasyon ve Teknoloji AŞ iş birliği ile girişimcilere ve start-uplara ücretsiz olarak tahsis edilen alanda ise girişimciler yeni iş fikirleri ve inovatif çözümlerini sergileyecek. Fuar, teknoloji meraklılarının potansiyellerini sergileyebileceği, fikirlerini paylaşabileceği ve geleceğe yönelik projeler geliştirebileceği bir buluşma noktası da olacak. İstanbul zengin bir deneyim sunacak İzmir Enternasyonal Fuarı’nın bu yılki onur konuğu kenti İstanbul oldu. İstanbul Büyükşehir Belediyesi (İBB), İBB Miras, İBB Kültür ve Visit İstanbul markaları ile ziyaretçilerin karşısına çıkıyor. İBB Miras, İstanbul’daki kaderine terk edilmiş yüzlerce kültür varlığını restore ederek geleceğe taşıyor. İBB Kültür, zengin etkinlik takvimiyle bu yaşam alanlarına hayat veriyor, kültür sanatı İstanbullular için ulaşılabilir kılıyor. Visit İstanbul, İstanbul’un ziyaretçileri için çok yönlü olarak deneyimlenebilmesine aracılık ediyor. Fuar süresince İBB’nin katkılarıyla hazırlanan, Türk resim sanatının önemli isimlerinden “Solo Botter: Nuri İyem” sergisi Casa Botter’den sonra İzmir’de ziyaretçileriyle buluşacak. Sergi, sanatçının farklı dönemlerden karakteristik çalışmalarından özel bir seçki sunuyor. Ticaret ve kültür bir arada İzmir Enternasyonal Fuarı, her yıl olduğu gibi bu yıl da ticaretin, sanatın, kültürün ve teknolojinin buluştuğu bir merkez olacak. Fuar, temaya özel kültürel ve sanatsal etkinlikleriyle de dikkat çekecek. Konserler, tiyatro gösterileri, film gösterimleri, dijital sergiler ve birbirinden farklı onlarca etkinlik, ziyaretçilere keyifli anlar yaşatacak.
BAHÇELERE MÜHÜR
Torbalı'da hobi bahçelerine mühür Tarım arazileri, hobi bahçeleri adı altında yok edilmeye devam ediyor. İlçenin dört bir yanına yapılan yapılar nedeniyle tarım yerle bir olurken, Torbalı Belediyesi’nin hobi bahçeleri ile mücadelesi sürüyor. Bu kapsamda Torbalı Belediye Başkanı Övünç Demir’in talimatı ile denetimlerini sıklaştıran Yapı Kontrol Müdürlüğü ekipleri, tarım alanlarını yok eden hobi bahçelerini tespit ederek bir bir mühürlüyor. Son olarak belediye ekipleri, Çapak, Demirci, Saipler, Bozköy, Yoğurtçular, Dağkızılca, Çakırbeyli, Dirmil ve Karakuyu mahallelerinde yer alan hobi bahçelerini mühürledi. Mühürlenen hobi bahçelerine para cezası da uygulayacak olan Torbalı Belediyesi, tarım arazilerini talan edenlere geçit vermeyecek. Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı, İzmir İl Tarım Müdürlüğü, Torbalı İlçe Jandarma Komutanlığı ve vatandaşın CİMER üzerinden yaptığı şikayetleri değerlendirmeye aldıklarını belirten Torbalı Belediye Başkanı Övünç Demir, denetimlere de aynı sıklıkla devam edileceğini açıkladı. İlçe genelinde hobi bahçelerine asla müsaade etmeyeceklerini ifade eden Başkan Demir, yaptığı açıklamada “Hobi bahçesi adı altında tarım arazilerimizi işgale ve talana geçit vermeyeceğiz. Görüntü kirliliğinden yaban hayvanlarının doğal yaşamına zarara kadar pek çok sıkıntı yaratan hobi bahçelerine karşı Yapı Kontrol Müdürlüğü ekiplerimiz tek tek tespitlerde bulunarak yaptırım uygulamaya devam ediyor. Hemşerilerimizle el ele doğal değerlerimizi korumayı sürdüreceğiz” ifadelerini kullandı.
ALAATTİN YÜKSEL İLE DEMOKRASİ ÜZERİNE SÖYLEŞİ
Alaattin Yüksel: "Halkımız gerçek bir demokrasi ile yönetilmeyi hak ediyor." Cumhuriyetin ilk kuruluşundan bugüne yükselişin ardından demokrasi açısından sürekli bir düşüş dönemini yaşayan ülkemizde Cumhuriyetin kurucu partisi CHP'nin tüzük kurultayı öncesinde CHP eski İzmir milletvekili ve il başkanı Alaattin Yüksel ile demokrasi, Siyasi Partiler Kanunu ve seçim üzerine konuştuk. Demokrasi kısaca halkın yönetimi, halkın yönetme hakkı olarak tanımlanıyor. Ülkemizde halk yönetime katılıyor mu sizce? Mevcut başkanlık sisteminde demokrasiden bahsetmemize tabii ki imkan yok. Halkın seçimden seçime oy vermesini de halkın yönetime katılması olarak tanımlayamayız. Bizde demokrasi değil, hibrit demokrasi var. Yani, hem var hem yok. Ülkemizin demokrasi yolculuğu ne yazık ki yıllar içinde sürekli geriye gitti. Şu an en kötü noktadayız. Ülkede ne demokrasi var, ne hukuk, ne adalet, ne de sosyal adalet var. Buraya gelmemizdeki en önemli sebep; halkın demokrasiye katılmaması ile ilgili, çünkü halk siyaset ve siyasetçi denince pek de güzel şeyler düşünmüyor. Maalesef, siyaset kurumlarının saygınlığı inanılmaz derecede düşük. Bunu uzun seneler içinde siyasetçiler kendileri yarattı. Halkımızda “Doğru dürüst işi gücü olan kişinin siyasetle ilişkisi olmaz, siyaset daha çok kişisel çıkar amaçlı yapılan bir iştir” gibi bir algı var şu anda. Oysa ki; “Siyasetçi dediğin, halkın mutluluğu için siyaset yapan insandır” algısının oluşması lazım. Siyaset yapma amacı, davranışları belirleyen en önemli etkendir. Eğer içinden çıktığınız bu halkın daha mutlu ve refah içinde yaşamasına yönelik siyaset yapıyorsanız davranışlarınız başkadır, ama kendinizi bir yerlere taşımak için siyaset yapıyorsanız o ortamda başka işbirlikleri kuruluyor. Siyasete ve siyasetçiye yaklaşım bu kadar kötümü? İyileştirilemez mi? Şimdi siyasetin böyle bir imajı olunca, düzgün, namuslu insanlar etrafında olup bitenleri görünce; “Ben neden buradayım?” sorusunu sormaya başlıyor ve “Burada olmamalıyım” sonucuna varıyor. Düzgün siyaset yapacak olanlar böyle teslim olursa, bu sefer alan tamamen kişisel çıkar için siyaset yapanlara kalıyor. Siyasette profesyonelleşme doğru değil. Halkın mutluluğu için siyaset yapanların ortaya çıkmaları, meşhur “Karanlığa lanet okumaktansa, bir mum yakmak yeğdir” sözünün peşinden gitmeleri lazım. Öte yandan entelektüel, çevrede böyle çok eleştiri alır siyasetçiler ya, ben bu eleştirileri yapanlara hep şu yanıtı vermişimdir. Sen ne yapıyorsun kardeşim? Senin katkın ne? Hani, beni eleştiriyorsun da, sen ne yapıyorsun? Sadece uzaktan seyrediyorsun… Bir de; “Gelsek, bizi seçmez, bir şey yapmazsınız ki bizi” meselesi var. Eğer halkının mutluluğu için geliyorsan, bir şey olmaya gelme. Bir şey yaratmaya gel. Yani almaya gelme, vermeye gel. Gerçek bir demokrasi için sizin öncelikleriniz neler? Gerçek bir demokrasi için tabii ki öncelik parlamenter sisteme geri dönülmesinde… Ondan sonra Siyasi Partiler Yasası ele alınmalı… 1980 sonrasında, Siyasi Partiler Yasası’nda çok önemli değişiklikler yapıldı. Öncesinde nasıldı? Öncesinde, kamu görevlerine talip olan parti üyelerinin, belediye meclisi, belediye başkanlığı, milletvekilliği ile ilgili kanuna göre yüzde doksan beşinin mutlaka ön seçimde belirlenmesi gerekiyordu ve hakim nezaretinde ön seçimler yapılıyordu. Cumhuriyet Halk Partisi'nde yetmişli yıllarda çok aktif şekilde bu işin içinde bulundum. O dönemde ön seçimler CHP delegeleri ile yapılıyordu. Delege seçimleri de çok önemli, farklı oluyordu. Mesela bir mahallenin delege seçiminde, örneğin Mithatpaşa Caddesi’ndeki bir mahallede delege seçimi varsa, cadde kalabalıktan geçilmezdi. Mahalle delegesi seçilmek için iddialı olan üyeler önemli çalışmalar yapar, neredeyse bütün mahalleli ile içli dışlı olurdu. Bütün üyeler katılıyor, delege orada seçiliyordu. Seçim bu şekilde yapıldığında da delegenin hiç kimseye bir bağımlılığı olmuyordu. Orada, tabandaki halka, üyeye sen dokunuyorsan, o seni seçiliyor, üye nezdinde olumlu bir intiba edinememişsen asla seçilemezdin. Şimdi adaylar merkezde belirleniyor. Yerel halkla hiçbir ilişki kurmadan aday olanlar var. Milletvekili adayları Ankara’ya gidiyor, genel başkanın ve genel başkan yardımcılarının kapısında mesai yapıyor. Bütün Türkiye'den adaylar, her gün orada bekleşiyor. Koridorlarda iğne atsan yere düşmez, herkes bir kapı aralamaya çalışıyor. Siyasi partilerde başkan sultasını kaldırmak için neler yapılabilir Bu sistemi olduğu gibi ortadan kaldırmak lazım. Aday olan gelecek, yerelde, örneğin İzmir'de partinin üyesiyle, İzmir halkıyla iletişim kuracak. Yerelde kamuoyu baskısı çok önemlidir. Benim ikinci dönem il başkanı seçilmem partinin delegesinden, üyesinden çok kamuoyunun baskısıyla olmuştur. Kamuoyunda adaya oluşan destek, parti üyesini de delegesini de etkiler. Benim bu konuda farklı bir önerim var. Diyorum ki milletvekili adayının sadece partinin desteğini alması yeterli değil. Kamuoyunda güçlü olması da yeterli değil. O zaman ne yapmak lazım? Dört cephede yarıştırmak lazım adayları. Birinci olarak parti üyelerinde yarıştırıp, ilk puanı oradan vereceksin. İkinci olarak STK'lardan puan alacak, orada yarışacak. Üçüncü konu kamuoyundan ne kadar destek aldığı. Son olarak ilçe örgütleri, il örgütleri ve genel merkezin adayın sicili ile ilgili, onlar da partiye ne kadar katkısı var, toplum yararına çalışmalara ne kadar katılıyor gibi ölçütlerle puan verilmeli. Türkiye'de bırakın bunları, zaten normal ön seçimi yapılmıyor artık. Demokratikleşmenin ilk ayağı böyle. Seçileceklerin mutlaka ön seçimde belirlenmesi gerek. 70’li yıllarda genel başkanları eleştirmek prim bile yapardı. Şimdi kimse genel başkanlara karşı hele hele seçilmek isteyenler ağzını açıp tek kelime edebiliyor mu? Edemiyor. 27 Mayıs'tan sonra yapılan Anayasa tarihimizin en demokratik Anayasasıdır ve adayların önseçimle belirlenmesi zorunlu kılınmıştır. Bütün partiler o dönem önseçim yapıyordu. 1980 darbesinden sonra kaldırdılar ve partilerin kendi seçimine bıraktılar. Öyle olunca, uzun süre mesela Doğru Yol Partisi ve CHP önseçimi uygulamaya devam etmeye çalıştı. Alışkanlık oluşmuştu, ayrıca o yıllarda halk siyasetin önündeydi, hakikaten farklı yıllardı. Şimdi belediye başkanları, belediye meclis üyeleri seçiyoruz. Peki, seçildikten sonra mesela yerel yönetimlerde göklere çıkardığımız katılımcı yönetim modeli ne kadar uygulanıyor? Uygulanamıyor, çünkü orada da başkanlık sistemi var. Belediye Meclisi üyeleri kentin sorunları, yeni yatırımları hakkında alınacak kararlarda ne derece etkin oluyor dersiniz… Hani başkanlık sistemini Türkiye'de kaldıralım değiştirelim diyoruz ya, belediyelerde de değiştirmek lazım. Başkanlık sistemini yerelde de kaldıracaksın ortadan. Halk belediye meclis üyelerini seçecek, belediye meclis üyeleri de belediye başkanını seçecek. Ticaret Odalarında vardı bu sistem. Meclis üyeleri dört sene için seçiliyor ama başkanlar için dönemin yarısında yeni bir seçim yapılıyordu, yani Meclis başkanın icraatlarını beğenmezse değiştirebiliyordu başkanı. Ben yine o yıllarda şunu yaşadım. Belediye Meclisi olarak biz başkanın sunduğu yıllık bütçeyi reddettik. Yani güvensizlik oyu verdik sayılır. Ama Kanunda öyle bir uygulama var ki böyle bir durumda Başkana bir şey olmuyor aksine meclis düşüyor bütçeyi reddettiği için. İşte kaymakam imzaladı, vali imzaladı falan, uygulama devam etti. Yani o bütçe uygulandı. Eğer itirazı uzatsak, meclis olarak biz düşecektik. Gerçek bir demokrasi, tam demokratikleşme için halkın yönetime katılmasını sağlamak lazım. Eğer belediye mahallede herhangi bir uygulama yapacaksa, mahalle halkına bunu sorması mahalleli ile bunu oturup tartışması lazım ki o birlikte verilen karara herkes sahip çıksın. Mahalle meclisleri oluşturulabilir. Mahalleliyi belediye meclis üyesi temsil ediyor konusu yeterli değil, mahallelinin kendisi işin içinde olacak. Siyasetten bir örnek vermek gerekirse 2002 seçimlerinde 24 milletvekili vardı İzmir'in, on altısını CHP almıştı. O seçimlerde en önemli farkımız şuydu; tüm sivil toplum örgütleriyle, sendikalarla beraber siyaset yapıyorduk. Onlarla sürekli görüş alışverişi içindeydik. Yerel seçimler öncesinde, Büyükşehir Belediyesi'nin yönetim şemasındaki 17 ana kuruldan yola çıkarak 17 çalışma grubu oluşturduk. Bir de onun alt kurulları var. Oralarda partili olmayan ama İzmir'de kendini kanıtlamış, konusunda en iyi insanları ekonomiden, kültür sanata kadar çeşitli alanlarda uzmanlardan oluşan üç yüz kişilik çalışma grupları oluşturduk. Bu grupların içine birer tane il yöneticisi verdim. O da sadece il yönetimiyle koordinasyonu sağlasın diye. Rehberler odasından, eczacılar odasına kadar tüm odaları da sendikaları da işin içine soktuk. Parti'de her dakika proje atölyeleri toplantıları var. O zaman ne oluyor? Bütün İzmir senle beraber hareket ediyor ve sonunda da diyor ki; “Bir şehir anca böyle yönetilebilir.” Ayrıca, Cumhuriyet Halk Partisi İzmir'i katılımcı yönetim anlayışıyla iyi yönetebilir konusunu da göstermiştik topluma. Başarılı belediyeler halk meclisleri oluşturuyorlar. Ön seçimden başlayıp kademe kademe ve seçildikten sonra da anca bu şekilde bir çalışmayla demokrasi mümkün. Partinin tabanının bir sağ duyusu vardır. Seni ölçer, takip eder. Davranışlarında, konuşmalarında ne kadar samimi olduğunu ölçer. Esasında ön seçim olsa samimi olan, halkın ölçeğinden geçmiş olanlar seçilecek ve siyaset kaybettiği saygınlığı yeniden kazanacak. Yani neden geçmişten ta yetmişli yıllardan beri sürekli siyaset irtifa kaybetti? Bu nedenle kaybediyor. Siyasi kariyer basamakları nasıl olmalı, ideali nedir bu işin? Biraz önce değindik, seksen darbesi ile Siyasi Partiler Yasası değişti, Seçim Yasası değişti ve her şey ondan sonra bozulmaya başladı. Aslında illa bir yasa zorunluluğu olması da gerekmiyor. Sosyal demokrat sol partilerde eğer gerçekten halk için siyaset yapıyorsan, o zaman bir kanuna bağlı olması şart değil. Öyle bağlayıcı demokratik bir tüzük yaparsın ki özlediğimiz, istediğimiz en ideal sistemi yakalayabilirsin. Halk da buna güvenir, iyi anlatırsan. Zaten yaşayacak, bunu görecek halk. Siyasetin mahalleden başladığına da tanık olacak. Siyasetçinin ilk kariyer basamağı kesinlikle kendi çevresi olmalı. Çevresinden partisine yeni üyeler kazandırmalı, mevcut üyelerin sorunlarına eğilmeli… Partilerde aktif üye sayısının artması demokratikleşmenin temelidir. Tabii ki üyelere değer veren bir tüzük olmalı. Siyasette kalitenin artmasının önü de bu sayede açılabilir. 2001’de ilk il başkanı olduğumda, İzmir'in entelektüel çevresinden destek istemiştim. “Senin için ne yapabiliriz” dediler. Partili değiller ama ülkenin sorunlarına, dünya sorunlarına ilgi duyuyorlar. Benim ilk istediğim, siyasi parti üyelerinin uymakla yükümlü olduğu etik kuralları yazılması oldu. Ali Nail Kubalı sağ olsun, Hülya Güven'i, genç akademisyenleri aldı yanına ve bir etik kurallar çalışması yapıldı. 2001’den beri Etik Kurulu partide kurmak için mücadele ettim. Parti Meclisinden geçirdim. Feyzioğlu Tüzük Komisyonu Başkanı'ydı, kurultayın gündemine getirmedi. Sonunda tüzüğe etik kurul olarak girdi ama etik kurulları uygulamaya sokamıyoruz. Aradan bunca yıl geçti, böyle bir kurumsal yapıyı kurmak lazım. Tüzük de bu yapının yer alması mümkün. Siyasetin halk nezdinde görünüşünü değiştirmek, bilgi ve deneyimi yüksek insanların siyasete katılmasını istiyorsanız 'etik kurallarınız' olmalıi ve siz parti tüzüğüne bu yapıyı yerleştirmelisiniz. O zaman herkes daha mutlu bir şekilde yapar bu işi. Peki, yani şimdi CHP'nin bu tüzük kurultayı diğer partileri de örnek olacak mı? Siz kurultayda oy kullanıyor musunuz? Tüzük Kurultayında sadece delegeler oy kullanabiliyor ama konuşma hakkımız var. Ktkı koyabilir görüş belirtebiliriz. Umarım kurultay iyi bir örnek olur. Bu konuştuğumuz sistemi, yani o eskiden Siyasi Partiler Yasası’nda olan, en azından bu başkanlık sultasını yok edecek ön seçim sistemini kurmamız şart. 1960 Anayasası’nın getirdiği sistemi özlüyoruz. Dijital çağı yaşıyoruz, çok daha geliştirilmiş geniş kurultaylar yapmak, katılımı inanılmaz bir şekilde artırabiliyor olmamız lazım. Çevrim içi bir kurultay yaparsınız milyonlar katılabilir, bu mümkün. Şimdi kurultaya bir taslak sunulacak. Burada birçok değişiklik önerisi de yer alabilir. Peki bu taslak ve öneriler nasıl hazırlanıyor bir bakalım: Mesela il başkanı çağrı yapıyor. Eski vekiller, eski il başkanlarını falan, hani çalışalım gelin bir tüzük konuşalım diye toplanıyoruz. Kahvaltı yapılıyor, birkaç öneri tartışılıyor ve iki saat sonra herkes işine gücüne dönüyor. İki saatte bitecek bir iş değil ki bu. Yetmişli yıllardan, özendiğimiz yıllardan bir örnek daha vereyim. Ben gençlik kollarındayım. Tüzük, program kurultayı olacak. Parti Meclisi çalışıyor, bir taslak hazırlıyor. Kitap basılıyor. Her maddenin altında boş bir yer bırakılıyor. O boş yere; mahallelerde, gençlik kollarında, kadın kollarında, ana kademede yapılan toplantılarda öneriler yazılıyor. Yani tartışarak, konuşarak, mahallede, insanlarla, üyelerle de bunu konuşarak dolduruyorsun o öneri bölümlerini… Günümüzde kitaba gerek var mı? Artık dijital dünya var. Öneri toplayacaksan hazırlığını önceden yapıp bir e-posta ile gönderir, bütün geri bildirimleri alır, her madde için önerileri düzenler, toplantıda yansıtırsın ekrana ve tartışma başlar. Öyle 2 saat filanda sürmez toplantı. Bu işe gönüllü katılanlar en az bir tam gün orada tartışır, konuşur ve ilin önerisi oluşturulur. Yani CHP'nin dijitalleşmesi lazım. Hepimizin dijitalleşmesi gerekiyor. Tabii ki bugün de çalışmalar yapıldı. Biz de bu işe gönül verdiğimiz için çalışma yaptık Ankara’ya gönderdik. Herkes bireysel ya da grup olarak öneri gönderebiliyor. Bir adım ileriye götürebilir miyiz diye ilgili olan herkes katkı koyabiliyor ama tabanın, örgütün tam isteğini yansıtıyor mu bu çalışmalar, orası tartışılır. Mahallenin sesi duyulacak mı kurultayda orası tartışılır… Ülke, sizce bu başkanlık sisteminden vazgeçecek mi? Yok, bu kadar geniş yetkilere sahip olduğu bir sistemi kendiliğinden bırakmaz. O gücü elinde geçiren bırakmaz. Ama bunu vazgeçecek mi değil, biz vazgeçirebilecek miyiz, biz bunu dönüştürebilecek miyiz, biz bu devrimi gerçekleştirebilecek miyiz diye sormak lazım. Cumhuriyet Halk Partisi son yerel seçimlerde Türkiye'nin birinci partisi oldu. Şu anda iktidar partisinden, halk umudunu kesmiş durumda. Bu gerçeklikten kopmuş, tamamen hayal dünyasında, sadece kendileri, yakın çevreleri yandaşları için yaşayan ve ülkeyi yöneten bir iktidardan umudunu kesmiş durumda. Halk desteğini yitirdi AKP. Büyük bir kopuş yaşandı ve ilk defa Cumhuriyet Halk Partisi'ne de “Bak, ben seni alternatif olarak görüyorum” mesajını verdi seçmen. İlk defa yurttaş, Cumhuriyet Halk Partisi'ne “Ben seni iktidar için görevlendirebilirim” dedi. Şimdi bizim, bu tüzük kurultayından, arkasından gelecek program kurultayından başlayarak yeni bir hikaye yazmamız gerekiyor. Bize "Evet, ben seni iktidara taşıyabilirim, toparla kendini" diyen halkın, o seçimde bize verdiği desteği kullanmamız gerekiyor. Bunu nasıl kullanacağız? Aslında hikayemizde hazır. Kurtuluş Savaşı yaşamış bir ülke burası. Mustafa Kemal Paşa'nın önderliğinde bir mucize buna karşı kazanılmış. Arkasından gelen on yıllık o iktisadi devrim süreci de bir mucize. Dünyadaki bütün uluslar gelişme dönemlerine, özgürlük ve modernleşme diye başlamış. Amin Maalouf, Labirent kitabında ABD, Japonya, Çin ve Rusya'nın gelişimlerini incelemiş. Hepsinin çıkış dönemleri aynı şekilde modernleşme, özgürleşme, adalet, hukuk ile başlamış. Mustafa Kemal Atatürk’ün, Türkiye Cumhuriyeti'ni kurduktan sonra yaptığı devrimler gelişen bütün dünya ülkelerine örnek oldu. Cumhuriyet Halk Partisi'nin Atatürk'ün kurduğu bir parti olarak da hikayesi aslında hazır. Atatürk'ün o devrimci anlayışına, çağa uygun bir uygulama programının halka anlatılması gerekiyor. Türkiye’yi tarımda kendine yeten ve ihracatçı ülke haline getirmek için çiftçiyi nasıl destekleyeceksin bunun anlatılması lazım. Yapay zeka çağında teknolojide ilerlemeyi nasıl sağlayacaksın bunu anlatacaksın… CHP’ye Türkiye’nin ve dünyanın en iyi ekonomistleri destek veriyor. Nasıl tasarruf yapacak, nasıl kaynak yaratacaksın ve ekonomiyi nasıl düzlüğe çıkaracaksın bunu teker teker anlatacaksın. Seçim öncesinde İzmir’de “İzmir İttifakı” söylemini geliştirdik. Genel Başkan Özel de “Türkiye İttifakı” diyerek seçmeni AKP’den kurtuluş için Mustafa Kemal Atatürk’ün partisine çağırıyor. Genel seçimin ayak sesleri de duyuluyor. Atatürk’ün partisi ikinci kurtuluş, demokratik, özgür ve çağdaş bir Türkiye için çalışıyor. Seçmenin Türkiye ittifakını kuracağına inanıyorum. Sizin ve arkadaşlarınızın çalışmaları ile oluşturulan Tüzük değişikliği çalışmanızı bizimle paylaşabilir misiniz? Tabii ki, bizim gibi ülkenin her yanından hazırlıklar yapıldı. Umarım bu kongrede Türkiye'nin en demokratik parti tüzüğünü gerçekleştirmiş olacağız.
TOPRAK REFORMU
"Toprak Reformu Yapacağız" 10. kez düzenlenen Payamlı Bardacık Festivali büyük bir coşku ve kalabalığa sahne oldu. Güzelbahçe Belediye Başkanı Mustafa Günay, belediyeye ait tarım arazilerini toprak reformu için Payamlı ve Küçükkaya Köyü’nün kullanımına açacaklarını söyledi. Başkan Günay, ”Payamlı’da 29 tane tapumuz var. 85 dönüm bize geçen yer var. Biz bunu bir kısmını kullanıyoruz, bir kısmını kullanamıyoruz. Payamlı’da oturan işi olmayan, bağı bahçesi olmayan herkese bu malları geri iade edeceğiz. Kullanımları için vereceğiz. Onlar kendiler kullansınlar, kendiler eksin biçsinler. Payamlı’lara şimdiden hayırlı uğurlu olsun” dedi. Başkan Günay, “Bizler eğer bu köylümüzü üretemez hale getirirsek bizler tükeniriz, yok oluruz. Köylü üretmeli, köylü üretmezse göç eder. Göç eden üretici olmazsa biz ülke olarak dışa bağımlı hale geliriz. O yüzden malı olmayan, mülkü olmayan, gelip benden artık iş istemeyecek. Çünkü artık malı var ekip biçecekler emeğini alın terini dökecekler. Buradan mallarını kaldıracaklar, satacaklar, geçimlerini sağlayacaklar. Bunu yaparsak Küçükkaya Köyü’ne de yapacağız” dedi.
KÖKLER DİZİSİ: MUŞKARA AİLESİ
İttihat ve Terakki’den İzmir’in sanayi ve kültür dünyasına Muşkaralar Atatürk’ün Harbiye’den sınıf arkadaşı, İttihat ve Terakki’nin Küçük Telat’ı, ailenin en tanınmışı ve İzmir’e yerleşmesinin önderi. Nevşehir’in eski adını kendilerine soyadı yapsalar da, sadece 100 yıldır burada yaşasalar da onlar İzmir’in, özellikle de Karşıyaka’nın en köklü ailelerinden. Türkiye’nin yakın tarihine kayıtlı bir soyadı: Muşkara. Soyadlarını aldıkları Nevşehir’le ya da bir süre yaşadıkları Beşiktaş ile değil de geçen yüzyılın başında yerleştikleri İzmir ile birlikte anılıyorlar. Şark Sanayi, Pamuk Mensucat, Sanayi Odası, Milli Kütüphane, Kültürpark. İzmir şehir manzarasını oluşturan onlarca mihenk taşı, Muşkara soyadı ile bağlantılı. Oğuz boylarından olan ataları, Kağan Han’la birlikte Anadolu’ya gelen ve Muşkara’nın (Nevşehir) Narlıca Mahallesi’ne yerleştirilen yedi boydan biridir. Muşkaralar İzmir’e yerleşip kök salmadan, kent ekonomisine ve kültürüne önemli kurumlar kazandıran bir aileye dönüşmeden önce, imparatorluğun son dönem siyasetinin baş aktörlerindendir. Aile tarihinde karşımıza çıkan ilk önemli isim, Hacı Tahir Efendi’dir (Efendi Baba). 1839 doğumlu Hacı Tahir Efendi, fiura-ı Devlet (Yargıtay) Azası olarak sarayda görevlendirilince, 1902 yılında Nevşehir’den İstanbul’a göçer, Beşiktaş Akaretler’e yerleşir. Burada çok önemli bir komşuları vardır: Atatürk’ün annesi Zübeyde Hanım. Hacı Tahir Efendi’nin yedi çocuğundan biri, Mehmet Telat Bey de Mustafa Kemal ile Harbiye’de sınıf ve sıra arkadaşıdır. Bu, Telat Bey’in ülke siyasetinde göründüğü ilk sahnedir. Sonra Telat Bey -o dönemde askeriyede adet olduğu üzere- ailesinin yaşadığı semtin adıyla, “Beşiktaş” lakabıyla anılacak; Selanik’te padişah muhalifi subaylar arasında görünecektir. Dönem, İkinci Meşrutiyet öncesidir. Subaylar üç aydır maaşlarını alamamaktadır. Bir akşam Zabitan (Subaylar) Gazinosu’nda bu huzursuzluk dile getirilir. Yıldız Sarayı’na, padişaha hitaben bir telgraf yazarlar: “Biriken maaşların bir an önce ödenmesini arz ederiz.” Altındaki imza; Yüzbaşı Mehmet Telat Beşiktaş’tır. Telgraf İstanbul’da yankı uyandırır. Subayların maaşları ödenir. Telat Bey, cumhuriyet öncesi son dönem siyasetinin en önemli aktörü İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin ilgisini çekmeye başlamıştır. Ancak, siyasi tarihteki ilk önemli rolünü, 31 Mart Vakası nedeniyle üstlenecektir.
KURU FASULYENİN MALİYETİ
Etli kuru fasulye yapmanın maliyeti ne kadar? Sevilen yemek etli kuru fasulye, Türk mutfağının vazgeçilmezleri arasında yer almaya devam ediyor. Lessy ekibi yakın zamanda yaptıkları bir analizle, Türkiye’nin en büyük şehirleri arasında yer alan 10 farklı şehirde 4-5 kişilik etli kuru fasulye için gereken temel malzemelerin maliyetini mercek altına alarak hem tüketiciler hem perakendeciler için değerli bilgileri bir araya topladı. Analiz etli kuru fasulyenin biber salçası, dana eti, domates salçası, kuru fasulye, pul biber, soğan, tuz ve yağ gibi temel bileşenlerine odaklandı. 10 farklı şehirdeki ortalama malzeme fiyatları şöyle: Şanlıurfa 196,73 TL, Ankara 193,38 TL, İzmir 181,39 TL, İstanbul 180,85 TL, Mersin 180,33 TL, Adana 179,52 TL, Antalya 179,50 TL, Bursa 178,47 TL, Gaziantep 171,72 TL, Konya 159,52 TL Önde gelen perakende mağazalarının indirimlerini ve fırsatlarını kullanıcı dostu arayüze sahip tek bir mobil uygulamada toplamak amacıyla geliştirilen Lessy, tüketicilerin satın alma kararlarını kolaylaştırıyor. Lessy ayrıca perakendeciler için dijital görünürlüklerini artırmak, mağazalarına daha fazla müşteri çekmek ve satışları artırmak için benzersiz bir platform sunuyor. Lessy Türkiye Ülke Müdürü Niyazi Doğan Öncü, yapılan araştırmayla ilgili olarak şunları söyledi: “Etli kuru fasulye kültürümüz için bir yemekten çok daha fazlasıdır. Bu geleneğin ve aile birlikteliğinin bir sembolüdür. Günümüzün ekonomik koşullarında, Türkiye’nin dört bir yanındaki haneler hem bu yemeğin tadını çıkarmanın hem de bütçelerini rahatlatmanın yollarını arıyor. Yerel perakendecilerden aldığımız en iyi fırsatları ve indirimleri bir araya getirerek, hanelerin etli kuru fasulye gibi en sevilen yemeklerin tadını çıkarırken tasarruf etmelerine yardımcı oluyoruz.”
SİBER SUÇLULAR YAPAY ZEKAYI YEM OLARAK KULLANIYOR
Siber suçlular yapay zekâyı yem olarak kullanıyor Yeni trendlere her zaman uyum sağlayan siber suçlular ChatGPT, Midjourney ve diğer üretken yapay zekâ asistanları gibi görünen kötü amaçlı yazılımlar dağıtıyorlar. Dijital güvenlik şirketi ESET yapay zekâ yemlerinden sakınmanın yollarını paylaşarak dikkat edilmesi gerekenleri sıraladı. Tehdit aktörleri bir şeyleri kaçırma korkumuzdan, iyi niyetimizden ya da merakımızdan faydalanarak kötü amaçlı bağlantılara tıklamamızı veya içinde kötü amaçlı yazılım gizlenmiş uygulamaları indirmemizi sağlıyor. Yapay zekâ söz konusu olduğunda siber suçlular giderek daha sofistike hale geliyor. ChatGPT, video yaratıcısı Sora AI, görüntü oluşturucu Midjourney, DALL-E ve fotoğraf editörü Evoto’ya kadar her şeyi kötü amaçlı yazılımları yaymak için kullanmaya çalışıyorlar. Tanıttıkları sürümlerin çoğu henüz mevcut değil, bu da kurbanı cezbediyor: Örneğin “ChatGPT 5” ya da “DALL-E 3”. ESET, 2023 yılının ikinci yarısında “ChapGPT” veya benzer bir metin içeren kötü amaçlı alan adlarına erişmek için yapılan 650 binden fazla girişimi engelledi. Kurbanlar büyük olasılıkla sosyal medyadaki bir bağlantıya tıkladıktan sonra veya bir e-posta ya da mobil mesaj yoluyla bu sayfalara ulaşıyor. ESET’in H1 2024 tehdit raporu, kullanıcıların OpenAI’ın Sora veya Google’ın Gemini’sinin resmi web sitesine götürmeyi vaat eden Facebook reklamları tarafından kandırılarak yükletildiği kötü amaçlı bir tarayıcı uzantısını detaylandırıyor. Uzantı Google Translate gibi görünse de aslında kullanıcıların Facebook kimlik bilgilerini toplamak için tasarlanmış “Rilide Stealer V4” olarak bilinen bir bilgi hırsızı. Neler risk altında olabilir? Cep telefonunuza veya bir web sitesine sahte bir GenAI uygulaması indirmek için tıklarsanız bilgi hırsızlığının kurbanı olabilirsiniz. Bir bilgisayar korsanı, bilgisayarınızı veya cep telefonunuzu uzaktan kontrol edebilir. Bu erişimi, en hassas kişisel ve finansal bilgilerinizi çalmak için kullanabilir veya makinenizi başkalarına saldırmak için bir “zombi” bilgisayara dönüştürebilir. Kişisel bilgilerinizi kimlik dolandırıcılığı için değerlendirebilir. Adınıza yeni kredi almak, kripto varlıklarını çalmak, banka hesaplarına erişmek için kimlik bilgilerinizi kullanabilirler. Kötü niyetli yapay zekâ yemlerinden nasıl kaçınılır? Google Play ve Apple App Store kötü amaçlı uygulamaları ayıklamak için titiz inceleme süreçlerine sahiptir. Üçüncü taraf web sitelerinden veya resmi olmayan kaynaklardan uygulama indirmekten kaçının çünkü bunların kötü amaçlı yazılım barındırma olasılığı çok yüksektir. Uygulamaların arkasındaki geliştiricileri ve yazılımlarıyla ilgili tüm incelemeleri iki kez kontrol edin. Bir uygulamayı indirmeden önce geliştiricinin kimlik bilgilerini doğrulayın ve geliştirdikleri diğer uygulamalara bakın. Kullanıcı yorumlarını okuyun. Şüpheli uygulamalar genellikle kötü yazılmış açıklamalara, sınırlı geliştirici geçmişine ve sorunları vurgulayan olumsuz geri bildirimlere sahiptir. Dijital reklamlara tıklama konusunda dikkatli olun. Özellikle Facebook gibi sosyal medya platformlarındaki dijital reklamlar, kötü amaçlı uygulamaları dağıtmak için yaygın bir vektör olabilir. Reklamlara tıklamak yerine, yasal sürümü aldığınızdan emin olmak için uygulamayı veya aracı doğrudan resmi uygulama mağazanızda arayın. Saygın bir tedarikçinin kapsamlı güvenlik yazılımını kullanın. Bu, kötü amaçlı yazılımlara, kimlik avı girişimlerine ve diğer çevrimiçi tehditlere karşı gerçek zamanlı koruma sağlar. Kimlik avına karşı dikkatli olun. Kimlik avı uzun süredir bir tehdit olmaya devam ediyor. Bağlantılara tıklamanızı veya ekleri açmanızı isteyen istenmeyen mesajlara karşı dikkatli olun. Şüpheli görünen herhangi bir e-posta, metin veya mesaj ile etkileşime geçmeden önce gönderenin kimliğini doğrulayın. Tüm çevrimiçi hesaplarınız için çok faktörlü kimlik doğrulamayı (MFA) etkinleştirin. MFA, birden fazla doğrulama yöntemi gerektirerek çevrimiçi hesaplarınıza ekstra bir güvenlik katmanı ekler. Parolanız tehlikeye girse bile hesaplarınızı korumak için mümkün olan her yerde MFA’yı etkinleştirin. Her zaman dikkatli ve uyanık olun.
DEĞERLİ SANATÇI MEHMET GÜLERYÜZ ANISINA SAYGIYLA
Sanatı ayrıcalıklı kılan çok yönlü bir ressam Mehmet Güleryüz Mehmet Güleryüz hakkında düzinelerce yazı okumuşsanız, onun özü ve sanatı hakkında daha pek çok şey söylerler. Mottosu çok çalışmak, çok düşünmek ve üretmek. Olağandışı bir savaşçı, tuvaline yeni bir düzen veya düzensizlik getirerek eski kavramları yenilemek isteyen bir savaşçı. Bunu da görkemli ve anlamlı bir biçimde yapması. Kısaca o bir gezgin ve ona yetişmek güç. O, tuvali keşfetmiş, tuvale âşık olmuş ve onları güzel armağanlara dönüştürmesini bilmiş bir ressam. Onun 50 yıllık sanat çizgisinin tümünü değerlendirdiğinizde; kullandığı temaların, malzemelerin, kurguların ve kompozisyonların değişkenliği, çeşitliliği ve risk almaktan kaçınmayan tavrını net olarak görebiliyorsunuz. Bizi büyüleyen bu olsa gerek. Hangi hayat tesadüfleri sizi ressam yaptı? Hayat tesadüfleri diye açıklamak doğru bir yaklaşım. Hiç kimse hangi aileye, dünyanın neresine hangi dönemde, hangi donanımlar, hangi engellerle doğacağını belirleyemiyor ortam ve genler kontrolümüz dışında. Kısaca tesadüf diyebiliriz oluşumunuzu belirleyen unsurları. Toplumumuzda az rastlanabilen bir ortama doğdum. Okuma, yazma, çizmenin çok önemsendiği iki ailenin çocuğuyum. Baba tarafının erkeklerinin nesillerce ortak hobisi hattatlık olmuş. Büyükbabamı odasında, yazdığı bir hattın çevresini ambalaj kâğıtlarından dikkatle kestiği motifleri birleştirerek dekore edişindeki dikkatle anımsıyorum. Yahut sedirin üstüne aldığı pirinç mangalın küllerini küçük maşası ile bezemesini. Hilye-i şeriflerle, muhtelif usta hattatların hat örneklerinin özenle asıldığı oda, anlayamadığım ama çok önemsediğim bir atmosfere sahipti. Salonda da halamın hocalarının resimleri, bazı heykeller ve halamın yapıtları, evden eksik olmayan yağlıboya kokusu. Muhafazakâr bir kişinin mutlak hâkim olduğu bu evde Akademi mezunu kızının seçtiği resim ve nü heykellerle yaşaması da o dönem içinde kolay görülür bir hal değildi. Evde gördüğüm sanat beni etkiledi diyebilirim veya sanata çok yakın olan çocukluğum bunları uzun uzun seyretti. Dayım, babamdan ayrılmış olan annemin aile ortamının en çarpıcı kişisiydi. Otuzlu yılların başında bahriye subayı iken keşfettiği batı klasik müziğini hayatının ekseni yapıp, bir uzun ömrü viyolonsele, heykele, resme, halı yapımına vakfetmiş bir Rönesans kişisinin reenkarnasyonu örneğini gösterdi. Herhalde resim duygusuyla oyunculuk tutkum bu kişilerden beslendi. Sizce resim bir iletişim aracı olarak bir dil yaratıp konuşur mu veya resim bir şey iletmeye çalışmaz o sadece bir göstergebilimdir ve misyonu göstermektir. Bu konuda ne söylemek istersiniz? Sanat her durumda bir dil sorunudur. Anlatımcı olsun veya salt resim sorunsalını mesele etsin, ulaşmada aracı olan ifade biçimi bir dil ve o dilin özel kullanımını gereksindirir. Resim sanatının asal bir dili vardır. Ressam bu dile gereksinimler gerekçesiyle katkı sağlar. Zor okunan resimler yaptığınızı düşünüyor musunuz? Kolay okunabilen ama kendini hemen ele vermeyen resimler. Metaforik kurguları deşifre etmek için resimlerimin bütününü bilmek, bir de daha önemlisi resim bilmek gerek. Resim yapma sürecinde nasıl biri olursunuz? Ruh halinizi tanımlayabilir misiniz? Resim yapma sürecimde her zamanki halim deyimdir. Zaten saklıyımdır, çokça gece uykularım delinir. Yapma süresince coşkuluyumdur içimde. 21. yüzyılda, sanat, kesin doğrular ve yanlışlardan, kurallardan, estetik reçetelerden kısacası ölçülebilir her türlü somut değerlendirmelerden uzaklaştıkça daha da güç bir eyleme dönüştü. Çağdaş sanat, gün geçtikçe sınırsızlaşıp, kuralsızlaştıkça sanat üretmek de o derece ağırlaştı. Bu konuda ne söylemek istersiniz? Herkes başının çaresine baksın demek geliyor içimden. Sanat her zaman kolay olmadı. Sanatın durağan olmadığını, ifade olanaklarıyla tek bir kalıp içinde yürümediğini biliyoruz. Bugün artık günümüz sanatında kullanılabilen sonsuz ifade biçimleri var. Bu açıdan enstellasyon (yerleştirme) sanatı hakkında neler düşünüyorsunuz? Beni ilgilendiriyor her düşünce ve oluşturma, buluş ve zekâ yönünden filozofik dayanaklarıyla etkili ise.
EGE DERİN TEKNOLOJİ FABRİKASI
EGE DERİN TEKNOLOJİ FABRİKASI İZMİR(Ege Ajans)- Sanayi ve Teknoloji Bakanlığı Rekabetçi Sektörler Programı ile Avrupa Birliği desteğiyle Ege Teknopark tarafından yürütülen “Ege D-Tech Projesi” kapsamında kurulan, alanında ilk ve tek olan Türkiye’nin en büyük prototipleme merkezi Ege Derin Teknoloji Fabrikası, Ege Üniversitesi kampüsünde 900 metrekare kapalı alanda hizmet veriyor. Sanayi ve Teknoloji Bakanı Mehmet Fatih Kacır’ın katıldığı bir törenle açılışı yapılan Ege Derin Teknoloji Fabrikası’ndan iş fikri olan akademisyenler, öğrenciler, start-up girişimleri ve KOBİ'ler başta olmak üzere tüm girişimciler yararlanabiliyor. Ege Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Necdet Budak, “Sanayi ve Teknoloji Bakanlığı Rekabetçi Sektörler Programı içeriğinde, Avrupa Birliği ve Türkiye mali iş birliği çerçevesinde finanse edilen Ege Teknopark yürütücülüğündeki ‘Ege D-Tech Projesi’ kapsamında Araştırma Üniversitemiz bünyesinde faaliyete geçirdiğimiz, Ege Derin Teknoloji Fabrikası, derin teknoloji alanına odaklanarak girişimcilerin ve KOBİ’lerin üretime ve analizlere kolayca erişmelerini sağlamak amacıyla kurulmuştur. Gıda, sağlık, biyoteknoloji, kozmetik, tarım, petrokimya, genetik, eczacılık başta olmak üzere yaşam bilimleri alanında birçok sektöre hizmet veren derin teknoloji fabrikası; eğitim, enerji, havacılık uzay ve savunma sanayi, endüstriyel imalat, otomotiv, tersine mühendislik, beyaz eşya, biyomedikal gibi imalat ve prototipleme alanındaki sektörlere verdiği yüksek katma değerli hizmetler ile fark yaratmaktadır” dedi.
EGİAD LİDERLİK AKADEMİSİ
EGİAD Liderlik Akademisi gençlerin donanımlarını artırıyor EGİAD üyelerinin, yeni fikir ve projeler üretebilecek ‘lider’ özellikli yöneticiler olarak donanımlarının artırılması amacıyla hareket eden Ege Genç İş İnsanları Derneği, “Liderlik Akademisi Programı” düzenleyerek genç yöneticilerin donanımlarını artırma hedefiyle önemli bir çalışmayı daha hayata geçirdi. Dokuz Eylül Üniversitesi Sürekli Eğitim Merkezi (DESEM) iş birliğinde yürütülen yeni nesil hibrit bir Mikro MBA Programı olarak da tasarlanan program, iş dünyasında ilgi ve heyecan uyandırdı. Şirketlerin yeni nesil yöneticilerinin uygulayabilecekleri stratejiler, krizlerle başa çıkabilme becerisi, insan yönetimi ve işletmenin kurumsallaşması konularında daha donanımlı olabilmeleri için yeni bir çalışma başlatan Ege Genç İş İnsanları Derneği, bu proje sayesinde yeni nesil bilinçli yönetici ve genç lider anlayışını gündeme getirdi. Akademisyenlerin ve konusunda başarılı profesyonellerin katıldığı eğitim programında; Yönetim ve Organizasyon, Stratejik Yönetim, Kurumsal Sosyal Sorumluluk ve Etik, Kurumsal Finans, Yöneticiler için Ekonomi, İşletme Hukuku, Stratejik Pazarlama, Yönetsel Karar Verme başlıkları işlenecek. Etkinliğin açılışında konuşan EGİAD Yönetim Kurulu Üyesi Arda Ürper, gerçekleştirdikleri eğitim sayesinde şirketlerin verimliliklerinde ciddi artışlar sağlanabileceğini vurgulayarak, “EGİAD Liderlik Akademisi projesi kapsamında, EGİAD üyesi şirketlerin ve aile işletmelerinin eğitimlerini tamamlamış ve iş hayatına atılmış yeni nesil üyelerinin iş hayatına ilişkin uygulamalı ve teorik bilgilerinin artırılması ile liderlik özelliklerinin geliştirilmesi hedeflenmekte. Ayrıca EGİAD içerisindeki farklı kuşaklardaki üyelerin bilgi ve tecrübelerin aktarılması ve paylaşılması projenin ikinci aşamasını oluşturacaktır” dedi.
LA BAĞ BOZUMU
Bağ bozumu Torbalı’da 1.168 dönümlük bir arazide, Türkiye’nin en büyük tek parsel organik bağı Lucien Arkas Bağları’nda, yüzyıllardır süren bir geleneğin parçası olmak unutulmaz bir deneyimdi. Hasat için bağlara indik ve asmaların arasına sinen üzüm kokusu eşliğinde Antik Metropolis topraklarında, dalından üzüm toplamanın mutluluğunu yaşadık. Sonrasında mahzen turu, tadım ve bağ manzarasında yemek… Çok kısa bir süre önce Monreve Group çatısı altına giren Lucien Arkas Bağları’nda, yönetim kurulu başkanı Merve Arkas ve ekibinin dokunuşu hissediliyor. Biraz bağ bozumuna göz atalım. Geçmişi tarih öncesi zamanlara kadar uzanan bağ bozumu, kökenini Yunan mitolojisinden alıyor. Yunan mitolojisinde yer alan 12 Olimpos tanrısından biri olan Dionysos, Zeus ve Semele’nin oğlu… Rivayete göre Titanlar tarafından kaçırılıp küçük parçalara bölünen Dionysos’u, büyükannesi Rhea parçaları birleştirerek kurtarır. Bu sebeple iki kere doğduğuna inanılır ve ismi de “iki kere doğan” anlamına gelen Dionysos olur. Sembolü asma ağacı olan Dionysos, aynı zamanda bağ bozumu tanrısı olarak da kabul edilir. Yani bağ bozumu festivallerinin temeli, Dionysos adına yapılan şenliklere dayanır. Bu özel hasat zamanları coşkulu bir şekilde kutlanır. Dionysos, bu şenliklerde elinde şarabıyla halkın eğlenmesini izlermiş. Bağ bozumu zamanlarında, tüm ülkede neşe ve huzur hakim olurmuş. Bağ bozumu yalnızca üzüm toplamak anlamına gelmiyor. Bolluğu, bereketi simgeleyen, toprağa duyulan minneti ve üzüme bir saygı duruşu ifade eden bağ bozumu etkinlikleri aynı zamanda birlik ve beraberliğe de katkı koyuyor. Umuda da… Göz alıcı bir manzara ve benzersiz bir dokuya sahip Lucien Arkas Bağları, şehrin hemen yanı başında bir nefes alanı… Şimdi de Lucien Arkas Bağları’ndan söz edelim. Uzmanlar tarafından bağların toprak ve iklimsel özellikleri incelenerek yapılan toprak ve iklim analizleri sonucunda Avrupa'dan temin edilen fidanlar, özel klimalı vasıtalar ile Lucien Arkas Bağları'na sevk edilmiş. Böylece Ege’nin toprak ve iklim koşullarına en iyi uyum sağlayacağı düşünülen ve bazıları o güne kadar Türkiye’de hiç yetiştirilmemiş olan Tempranillo, Chenin Blanc, Viognier, Marselan, Ugni Blanc (Trebbiano), Syrah, Cabernet Sauvignon, Merlot, Chardonnay ve Bornova Misketi gibi kaliteli şaraplık üzüm çeşitlerinin Lucien Arkas Bağları'nda dikilmesine karar verilmiş. Lucien Arkas Bağları'nda, “high trellis'' olarak tabir edilen bağcılık sistemi ile asmaların tellere sarılarak yukarı doğru gelişmeleri sağlanıyor. Bu sayede üzümlerin sağlıklı gelişimi için gerekli olan bol hava sirkülasyonu ve güneş ışını gereksinimi karşılanmış oluyor. Ayrıca bağlarda “düşük verim, yüksek kalite '' ilkesinden hareketle, hasat öncesinde budama ve seyreltme çalışmalarıyla, asma başına düşen salkım miktarı azaltılıyor. Böylece, üzümlerin aromatik karakterlerinin güçlenmesi sağlanıyor. Lucien Arkas Bağları’nda asmalar, üzümlerin özgün meyvemsi karakterlerini olduğu gibi korumak adına, ‘Ecocert’ tarafından tescil edilmiş hormon, sentetik kimyasal ilaçlar ve gübreler kullanmaksızın organik bağcılık yöntemleriyle yetiştiriliyor. Böylece insana ve doğaya dost bir üretim şekli olan organik bağcılık sayesinde bozulmakta olan doğal dengenin yeniden yapılanmasına da katkıda bulunuyorlar.
BİR İYİLİK HAREKETİ: KAHEV
Bir iyilik hareketi; KAHEV Kafe Kariyer’de bu kez size KAHEV’den söz edeceğim. Açılımı “Kadın Hekimler Eğitime Destek Vakfı” olan, 2024 yılında 23. Vehbi Koç ödülünü aldıktan sonra daha geniş kitleler tarafından tanınmaya başlanan bu vakıf, çok güzel projelere imza atıyor. Geçtiğimiz Ağustos ayında 3.sünü düzenledikleri “Sanat ve Sağlıklı Yaşam Kampı"nda bursiyerleri ile bir araya geldik. Urla Karantina Adası’ndaki kampta gençlerin geleceklerine katkı sağlayacak çeşitli seminerler ve atölye çalışmaları gerçekleştirildi. Ben de “vizyon board” atölyesi ile gençlerle keyifli ve verimli bir çalışma yaptım. Yönetim Kurulu Üyeleri Dr. Ayça Tuzcu ve Dt. Şulan Tuncel önderliğinde gerçekleşen bu kampta. Türkiye’nin çeşitli illerinden gelen Otuz üç genç arkadaş ile bir arada olmak, vakfın çalışkan yöneticilerinin heyecanını paylaşmak harikaydı. Ülkede pek çok konuda ümitler tükenirken, her yerde problem, her yerde durumundan yakınan insanlar varken, elini taşın altına koyarak, kaldıraç etkisi yaratan güzel yürekli kadın hekimlerle tanışmak bana da çok iyi geldi. O nedenle de KAHEV yönetim Kurulu üyesi, İzmir temsilcisi ve Diş hekimi Şulan Tuncel’e sorularımı yönelterek, ümitlerimi yeşerten bu vakıftan sizi de haberdar etmek istedim.
VALI KAZIM PAŞAMIZ 2
Vali Kâzım Paşamız Atatürk devrimlerinin koşulsuz uygulayıcısı, Gazi’nin 19 Mayıs 1919’dan ölümüne kadar kader ve rakı arkadaşı, İzmir’de tam 550 köy okulu yaptırarak dönemin kültür devrimine de imza atan şehrimizin bugünkü çağdaş normlarını borçlu olduğumuz bir insan… Atatürk’e İzmir’de yapılacak suikastı erken haber alarak Cumhuriyet tarihinde önemli bir rol oynayan, Gazi’nin “İzmir’in fuarlar şehri olması” yönündeki direktifini 1927 yılında “Dokuz Eylül Sergisi”nin fikir babalığını yaparak uygulayan büyük adam… Bu sayıda ve önümüzdeki birkaç ay boyunca sizlere İzmir’i, cumhuriyetin ilk yıllarında 10 yıla yakın bir süre yöneten bir insanın öyküsünü anlatmaya çalışacağım. Bu yazılarda bu güzel insanın ekseninde İzmir ve çevresinde yaşanan cumhuriyetle gelen büyük değişimin ve devrimlerin tanığı olmaya çalışacağım. Karşıdevrimin ayak seslerinin daha da yakından hissedildiği şu günlerde İzmir’de 27 Mart 1926 ile 9 Ağustos 1935 arasında üç yılı resmi üniformalı olmak üzere olağanüstü işlere imza atan Vali Kazım “Paşamız”ın öyküsüdür bu. O Vali Paşa ki, Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucularından biridir, İzmir’in tartışmasız lideridir, ama eşi ve iki çocuğunu İzmir’den İstanbul’a yaptıkları gemi seyahatlerinde “parasızlıktan” kendisinin de yaptığı gibi ikinci mevkide seyahat ettirecek, “Paşam hiç olur mu? İkinci mevki bileti parası versinler ama birinci mevkide seyahat etsinler” önerisini elinin tersiyle itecektir… O Vali Paşa ki, Atatürk’e İzmir’de suikast yapılacağı haberini alınca Gazi’nin geldiği treni Manisa’da durduracak, büyük kurtarıcıya hiçbir şey hissettirmeden onu Manisa ve civarında gezdirecek, “İzmir’de gerekli temizlik” yapıldıktan sonra treni akşam saatlerinde hareket ettirerek, cumhuriyetin uğrayabileceği bir “kazayı” engelleyen insandır. O Vali Paşa ki, ülkede sanat ve kültürün gelişmesi için büyük bir kampanya başlatacak, çocuklarının sanatçılarla iç içe olmasını isteyecek, bunun bedelini de ödeyecektir… Vali Paşa’nın kızı Şükran, 1930 yılında İzmir’de İpekçi Ailesi tarafından işletilen Elhamra Tiyatrosu’na gelen Cemal Sahir Operası’nın o zamanlar pek de ünlü olmayan genç oyuncularından biri olan Muammer Ruşen’e aşık olacak (bu aktör daha sonraları Karaca soyadını alacaktır) ailesinin izin vermeyeceğini düşünerek Vali Konağı’nın önüne gelerek bağıra çağıra “çerçi” rolünü oynayan Darülbedayi sanatçılarından Memduh Bey’in yardımıyla “evden kaçacaktır”… Vali Paşa’nın bütün müşfikliğine ve otoritesine karşın kızının evden kaçması kendisini çok üzecek, İzmirlilerin ağzı da torba olup büzülemediği için dedikodular alıp yürüyünce Vali Paşa, Reisicumhura istifasını sunmak zorunda kalacak, Gazi’nin büyüklüğü burada bir kez daha ortaya çıkacak: “Gençlerin birbirine aşık olmasından daha tabii ne olabilir” diyen Atatürk, Kazım Paşa’yı teselli edecektir. Aynı Atatürk, Kazım Paşa’ya “Dirik” soyadını verdikten kısa bir süre sonra kızıyla babasını bir İzmir seyahati sırasında barıştıracaktır. O Vali Paşa ki, İzmir’deki tarih ve arkeoloji dostları tarafından bugün de saygı ve minnetle anılmaktadır. Çünkü o, Türkiye’de ilk kez tarihsel mirasın korunması için örgütlü güce gereksinimi olduğunu anlayan ve İzmir Asarı Atika Muhhibleri Cemiyeti’ni kuran, böylelikle antik çağın zenginliklerinin yurt dışına kaçırılmasını önleyebileceğini uman, bir yandan da arkeoloji sevgisinin ülkede yaygınlaşması için sürekli didinen bir insandı. İzmir ve yakın çevresindeki tüm antik zenginliklerin tanınması için büyük çaba harcayan Vali Kazım Dirik 12 kitabın yazılmasına da öncülük edecek bir kimliktir. Vali Kazım Paşa’nın hayat macerası 1881 yılında başlar çok sevdiği Mustafa Kemal gibi… Şimdilerde Makedonya Cumhuriyeti’nin topraklarında bulunan Manastır’da dünyaya gelir. Annesi Hüsniye Hanım, Mısır Valisi Kavalalı Mehmet Ali Paşa’nın akrabasıdır. Babası ise Büyük Rus Harbi sırasında Plevne’de çarpışan ve Lofça kuşatmasını yaran süvari bölüğünün komutanı Yüzbaşı Hasan Tahsin Efendi’dir. Yüzbaşı Hasan Tahsin’in iki oğlu olur. Bunlardan biri bu yazının konusu olan Kazım Bey, diğeri ise Çanakkale Savunmasında Arıburnu savaşlarında elinde patlamaya hazır bomba olduğu halde İngiliz siperlerinin telörgülerini geçmeye çalışırken şehit düşen Nurettin Bey’dir.
ARKAS SANAT MERKEZİ ALAÇATI
Lucien Arkas, İzmir'in sanat rotasını çiziyor Çeşme Belediyesi desteğiyle hayata geçen Arkas Sanat Alaçatı’da, kalıcı ve süreli sergi salonları yer alıyor. Her disiplinden kültür-sanat etkinliklerine zemin olacak atölyeleriyle İzmir’de çağdaş sanat buluşmalarına ev sahipliği yapacak olan merkez, sanat severlerden büyük ilgi görüyor. Arkas Sanat Alaçatı, açılışını kalıcı ve süreli olmak üzere iki farklı sergiyle gerçekleştirdi. Yıl boyunca da bu sergilere paralel tasarlanan sanatçı konuşmaları, seminer, atölye gibi etkinliklerle sanatseverleri bir araya getirecek. Arkas Sanat Alaçatı bünyesinde yer alan Monreve Patisserie, lezzetli seçenekleriyle ziyaretçiler için keyifli bir sosyalleşme ve dinlenme imkanı sunuyor. Arkas ile Çeşme Belediyesi arasında imzalanan protokol kapsamında Çeşme Belediyesi’ne ait arazinin 30 yıllığına Arkas’a tahsis edilmesiyle faaliyete geçen merkezin, Çeşme’nin kültür-sanat etkinliklerini zenginleştirmesi amaçlanıyor. Açılış için yapılan basın toplantısında konuşan Çeşme Belediye Başkanı Lal Denizli, “Lucien Arkas, Çeşme’ye kazandırmış olduğunuz bu yapı buradaki kültür sanat hayatının gelişimi açısından çok değerli bir yatırım. Yalnızca İzmir değil, tüm dünyada Lucien Bey’in sanatla buluştuğu noktalar var. Kendisi İzmir için olduğu kadar Türkiye için çok önemli bir insan. Hiçbir çıkar gözetmeksizin sanatı Çeşme ile buluşturması bizler ve gelecek nesillerimiz için son derece kıymetli. Çeşme’yi yalnızca iki ayla sınırlamamız burada sahip olduğumuz birçok güzelliğe, kültür mirasına haksızlık olur. Ailelerin kış aylarında da akıllarına Çeşme gelsin istiyoruz. Bunun için hem yazın hem kışın sanatla sosyalleşebilecekleri alanlar olması gerekiyor. Bu yatırımla buluşmaların, kültür sanat etkinliklerinin Çeşme halkının buluşabileceği bir alan yaratmış olduk. Ben Çeşme Belediye Başkanı olarak böyle bir girişimin açılışını gerçekleştirmekten büyük bir onur ve gurur duyuyorum. Dilerim burada Çeşme Belediyesi ve Arkas iş birliği daha nice Çeşme’nin gelecek yatırımlarına aydınlık katacak günlere vesile olur” dedi. Arkas Holding Yönetim Kurulu Başkanı Lucien Arkas, “Arkas Sanat Alaçatı bizim 5. sanat merkezimiz. İzmir’de ilk sanat merkezimizi 2011 yılında açtık. 13 yıl evvel başladık sanata yatırım yapmaya, bununla da bitmiyor, devam edeceğim. Çeşme’nin yalnızca 2 ay değil tüm yıl akıllara gelmesi lazım. İnsanların yaz-kış ziyaret edebileceği, her disiplinden, kültür-sanat etkinliklerine ve sanat buluşmalarına ev sahipliği yapabilecek bir sanat merkezi tasarladık. İki sergi salonumuz var. Biri kalıcı diğeri geçici sergi olarak sanatseverlere hizmet verecek. Kalıcı sergimiz, 2017 yılında önce İstanbul’da ardından da İzmir’de Arkas Sanat Merkezi’nde açtığımız Victor Vasarely sergisi. Op Art akımının öncüsü ve benim çok sevdiğim bir sanatçı. Torunu olan aynı zamanda Fondation Vasarely direktörü Pierre Vasarely benim dostum. Orada da Lucien Arkas Salonu’nda Arkas Sanat Koleksiyonu’nda eserler sergileniyor. İzmir’in ve hatta Türkiye’nin kültür-sanat ortamındaki en büyük ihtiyaçlardan biri de genç sanatçıların, izleyiciyle buluşacakları mekanların sayıca artması. Yeni mekânımız Arkas Sanat Alaçatı’da bu ihtiyaca çözüm olmayı hedefledik. Süreli sergimizi ise genç sanatçılara, modern ve çağdaş sanata yer verecek şekilde kurguladık. Yeni Topraklar/New Lands başlıklı özel koleksiyonlardan derlenmiş uluslararası çağdaş sanat sergisi ile genç sanatçılara da destek olmayı amaçladık. Bütün müzelerin bir kafesi vardır. Hem sanat merkezini gezsinler hem sohbet edebilsinler. İçindeki Monreve Patisserie sanat merkezini ziyaret edenler için buluşma alanı olsun istedik” diye konuştu.
YEŞİL BİR OLİMPİYAT NE ZAMAN BAŞARILACAK
Yeşil Olimpiyat: Paris’te olmadı, Los Angeles’da zor, Brisbane belki… “Tarihin en yeşil oyunları” olmayı hedeflemek bir şey, bunu başarmak ise bambaşka bir şeymiş. Öğrendik, anladık. Son beş Olimpiyatta da oyunların çevreci olması gerekliliği tartışılmıştı ama Paris 2024 öncesinde bu tartışmalar zirveye çıktı. İşe yarayıp yaramadığını bu yazıda tartışacağız. Şimdi sırada 2028 Los Angeles ve 2032 Brisbane var ve “çevreci hedefler” giderek daha da büyüyor. Geçen yıl bu zamanlar Paris Olimpiyat Oyunları Komitesi, karbon emisyonlarını 1,75 milyon tonla sınırlama hedefiyle bu yılki oyunların karbon ayak izini Tokyo’dakine kıyasla yarı yarıya azaltmayı hedefliyordu. Tokyo Olimpiyat Oyunları Komitesi’ne göre, Tokyo’daki önceki Olimpiyat Oyunları yaklaşık 2,73 milyon ton CO2 üretmişti. Paris, “çevre dostu oyunlar sunma konusunda benzersiz bir yeteneğe sahip” deniyordu ama başarılı olamadı.
JUDY CHICAGO VE DİNNER PARTY
Sanatta feminizm, Judy Chicago’nun Dinner Party eseri Orta çağda kadının ikinci konuma itilmiş olmasında kilisenin çok güçlü olması ve toplumsal yaşamı şekillendirmiş olmasının rolü büyüktü. Sanatın başlangıcı olarak kabul edilen Rönesans sanatı sadece erkeklerin egemenliğinde olan bir sanattı. Kadın ancak bir ressamın kızı veya eşi ise resim yapabiliyordu. 19. yüzyıla gelene kadar birçok kadın sanatçı istisnasız olarak sanatçıların kızları ya eşleri ya da kardeşleriydi. Bu kadınlar atölyede ancak babalarına veya eşlerine yardım etmek için bulunabiliyorlardı. Hatta birçok kadın ressam eserlerini babalarının ya da eşlerinin ismiyle imzalayabiliyor, kimliklerini saklamak zorunda kalıyorlardı. Kadınların erkeklerle eşit oldukları fikri ilk olarak Fransız Devrimi (1789-1799) döneminde dile getirilir. Tarih boyunca kadınların ezilmişliğine karşı ilk eserler kaleme alınır; yavaş yavaş kadınların eğitimine, seçme ve seçilme hakkında dair ciddi bir altyapı oluşmaya başlar. Feminizm üzerine yazılan ilk önemli eser Mary Wollstoncraft’ın 18. yüzyılda yazdığı Kadın Haklarının Savunusu adlı kitabıdır. Olympe de Gouges ise kadın hakları üzerine ilk teorik çalışmaları yapan başka bir isimdir. Kadın ve Kadın Vatandaş Hakları Bildirgesi adlı kitabında “kadına giyotine gitme hakkı tanınıyor öyleyse kadının kürsüye çıkma hakkı da olmalıdır” diye seslenir. Kadının varlığının erkeğe göre şekillenmesine karşı çıkan Simon de Beauvoir 1960’lardan itibaren ciddi ölçüde gelişme kaydeden feminist mücadelenin öncüsü olur. Onun kapsamlı çalışması Türkiye’de Payel yayınları tarafından 1970 yılında Kadın adıyla üç cilt olarak yayınlanır. Bu yapıt, bu konuda o güne kadarki en büyük katkı olur. Çağlar boyunca kadının durumu yapıtın odak noktasını oluşturur. Linda Nochlin 1971’de Art News dergisinde “Neden Büyük Kadın Sanatçılar Yok?” başlıklı makalesi çok büyük tartışmalara yol açar. Daha önce sanat tarihinde sorulmamış bir soruyu gündeme getirmiş olur. “Dahi” ve “üstün yetenekli” kavramlar erkeklere yakıştırılıyordu da kadınlarsa sanatlarını kanıtlamak için erkeklere oranla daha fazla çaba göstermek durumundaydı. Bu sorunun 1970’li yıllara damgasını vuran kadın hareketlerinin de elbet rolü büyüktü. Yetmişli yılların feminist çağdaş sanatçısı Judy Chicago’nun bugün Brooklyn Müzesi’ndeki Feminist Sanat Merkezi’nde daimî olarak sergilenen ve ilk ikonik feminist sanat eseri olarak kabul edilen Dinner Party isimli çalışmasıyla bu soruya cevap verir. Çağlar boyunca erkekler için yemek masası hazırlamak zorunda kalan kadınlar için bir akşam yemeği partisi verecek ve bu törensel yemeğin onur konukları başarıları görmezden gelinen kadınlar olacaktı. Bu görkemli çalışma böyle ortaya çıkar. Yapımı beş yıl süren (1974-1979) bu çalışma o kadar büyük ses getirir ki, üç aylık sergilenme süresinde yüz binden fazla ziyaretçinin izlediği bu enstalasyon daha sonra altı ülke ve on beş şehirde daha sergilenir ve bir milyondan fazla sanatsever ile buluşu. Eser, Newsweek dergisi tarafından bin yılın en fazla ses getiren on çalışması içerisinde gösterilmiştir. "The Dinner Party" çalışmasının oluşum süreci hakkında sanatçı Judy Chicago şunları söylüyor. “Kolejde öğrenci iken, "The Intellectual History of Europe" (Avrupa’nın Entelektüel Tarihi), konulu bir ders aldım. Saygın bir tarihçi olan profesör bize en son derste kadınların bu konudaki katkılarını anlatacağına dair söz verdi. Bütün bir dönem bunun için bekledim ve nihayet son ders geldi. Profesör derse geldi ve “Kadınların katkısı mı? Hiç” dedi. Profesörün bu açıklaması Judy Chicago’yu tarihi incelemeye yöneltir. Sanat alanında kadınların faaliyetleri ile ilgili çeşitli belgeleri bulup çıkarması uzun sürmez. Söylenenlerin aksine kadınların insanoğlunun tüm ilgi alanlarında rol oynamış olduklarını görür. Bu nedenle, kadınların başarılarını ön plana çıkarmaya karar verir. Dinner Party böyle ortaya çıkar. Yapımı beş yıl süren (1974-1979), seramik, porselen ve tekstil gibi karışık teknikleri barındıran ve yüzlerce kişinin katkıda bulunduğu bu devasa enstalasyonunda Judy Chicago tarihte kendisi için unutulmaz otuz dokuz kadını üçgen şeklinde büyük bir ziyafet masasında yerleştirir. Davet ettiği kadınlar arasında Bizans Kraliçesi Theodora, Virginia Woolf ve Artemisia Gentileschi de vardır. Her bir kadının anısına masaya bir tabak yerleştirilmiştir. Judy Chicago bu sanat çalışmasında, örgü, porselen işleme, nakış gibi kadınlara mal edilmiş işleri onurlandırmak ister. Judy Chicago’ya göre bu eser, tarih boyunca yemek yaparak sofra kurmuş kadınların bakış açısından, kadın haklarına ve mücadelesine bir saygı duruşudur.
BERGAMA MÜZESİ
Bergama Müzesi’nin Mona Lisa’sı Bergama antik kentine gelip te onun Arkeoloji müzesini ziyaret etmeyenlere üzülüyorum. Çünkü müzenin içinde o kadar değerli eserler var ki anlatmakla bitmez. Bu müzemiz hakkında ki bilgileri önceden okuyarak ya da youtube’te ki videoları izleyerek ziyaret etmelerini önereceğim. Tam şehrin göbeğinde kurulmuş olan müzemiz, bana göre genç Cumhuriyetimizin ilk inşa ettiği ARKEOLOJİ müzesidir. 1936 yılında inşa edilen bu güzel müzemiz, geçmiş 100 yıl içinde bölgemizde bulunan çok özel antik eserlerle doludur. Ben, bu müzemizi gezdiğimde ya da misafirlerimize tanıttığım da her zaman heyecanlanırım. Paris’e gidip te Luvr müzesini görmeyenimiz yoktur. O, Avrupa’nın ve Fransa’nın en ünlü müzelerinden birisidir. Dünyanın pek çok ülkesinden toplanan eserler, bu devasa müzede müthiş bir düzenlemeyle sergilenmektedir. Ancak yüz binlerce eserin arasından herkesin merak ettiği en önemli eseri ise, Leonardo da Vinci’nin 16 yy.da yaptığı Mona Lisa tablosudur. Kocaman bir salonda yalnız olarak sergilenmektedir. Tabloda bir koltuğa oturmuş, tebessüm eden bir kadın resmedilmiştir. Deniyor ki bu tabloda ki kadın Gherardine ailesine mensup birisiydi ve tüccar Fracesco del Giocondo’nun da karısıydı. Leonordo’nun bu eseri yıllar süren bir çalışma sonucunda bitirdiği söyleniyor. Hatta çizimine İtalya’da başladığı eserini o kadar çok beğenmiş ki Fransa’ya geçince onu da yanında getirmiş. Bundan dolayı Luvr ‘da sergileniyor. Tablo, Avrupa’da o kadar ün salmıştı ki Fransız ihtilali ve Prusya savaşı sırasında özel bir koruma altına alınmış. Leonardo bu eserinde sfumato tekniğini kullanmış ve esere her bakıldığında buğulu yüz ifadesi değişiyormuş gibi olmuş. Bana göre bu nadide eseri önemli ve ünlü kılan noktalardan birisi de, üzerine yapılan yıllarca süren araştırmalar ve tartışmalardır. Tüm dünyanın bilim ve sanat dünyasının insanları esere ilgi duymuş çok çeşitli yorumlar yapmışlardır. Sigmund Freud bile yorumda bulunmuş. Çığ gibi büyüyen entelektüel yorumlar, yazılar yıllar içinde eserin ününe ün katmıştır. Luvr Müzesini ve bu eseri görmek için, insanlar, Fransa’ya akın etmekteler. Ve Luvr her gün on binlerce insan tarafından gezilmektedir. Müzede onların en çok ta merak ettikleri eser ise Mona Lisa tablosudur. Öyleki, Luvr müzesindeyken, bana bile Mona Lisa tablosu nerededir hangi salondadır diye soranlara rastlamıştım. Ülkeler, eserlerinin ününü artırarak kendilerine gezginci sağlamaktadır. Bu bilim ve sektör halini almıştır. Hatta şehir değerlerinin ayrı ayrı reklamları yapılmaktadır. Biz de bu işler nasıl dersiniz? El cevap: saldım çayıra Mevla’m kayıra misali… Peki, Bergama Müzesinin Mona Lisa’sı nedir sorusu gelince Cevabımı hemen vereyim: Gülen Çocuk Eros büstüdür.
E-DERGİ
İzmir Life şimdi internette.
Tıklayın, okuyun...
Güncel sayıya göz atın