KASIMARALIK2024 Günter Soydanbay
Bir İngiliz gezginin anıları
Geçenlerde The Guardian gazetesinde ilginç bir yazı çıktı. Ünlü bir İngiliz gazeteci, tatilini geçirmek için buralara gelmiş. Bir gün elinde not defteri, şehri gezmeye çıkmış. Eski ve yeni binaların iç içe geçtiği tarihi bir sokakta yürürken, kaldırımdaki bir mermer çıkıntıya takılmış. Düşmemek için yanındaki korkuluğa tutunmaya çalışmış ama korkuluk yerinden çıkınca daha kötü düşmüş. Zavallı gazeteci, hayal ettiği Ege tatilinin yerine kırık bir omuzla dönmüş ülkesine. Üstelik aylarca da fizyoterapiye gitmek zorunda kalmış. Hoş, işgüzar belediye yetkilileri olaydan sonra gidip, gazetecinin tökezlediği basamağın yasa dışı olduğunu tespit etmişler, ancak olan olmuş. Ne yazık ki bu tür kazalarla neredeyse her gün karşılaşıyoruz. Bir vatandaşımız kaldırım rampasına takılır, ayağını kırar. Diğer vatandaşımız kentin orta yerinde düşüp kalçasını çıkartır. Şehrin sokakları, adeta bir para atletizm parkuru şeklinde. Bu tür sorunlar hızlı büyümenin bir sonucu. Plansız programsız büyüyen kentler altyapı açısından ciddi eksiklikler yaşıyorlar, çünkü bu işler oldukça pahalı. Üstüne üstlük, yapı yönetmeliği eski, güvenlik standartları yeterince uygulanmıyor ve şehir planlaması gelecek düşünülmeden yapılıyor. Ülkenin dört bir yanında binalar tam olarak kontrol edilmeden inşa ediliyor veya yenileniyor. Ancak işin bir de kültürel boyutu var. İnsanlar evlerinin veya işyerlerinin önündeki kaldırımı kendi binalarının uzantısıymış gibi görüyorlar. "Burası benim evimin önü, istediğimi yaparım" diye düşünüyorlar. Sonuç? Kafe ve restoranlar masa ve sandalyelerle kaldırımları işgal ediyorlar, yol ortasına saksı ve çöp kutuları koyup geçişi engelliyorlar. Kaldırımı kamusal alan değil de özel mülk gibi gören kafa yapısı, insanların -belki de farkında bile olmadan- kuralları çiğnemesine yol açıyor. Sonuçta bu, hepimizi rahatsız ediyor. Ancak en büyük zararı, “en savunmasız yaya grubu” görüyor. Bir araştırmaya göre yaşlılar ve engellilerin %44’ü sokaklarda zorlandıklarını belirtmişler. Mesela kent içinde en son ne zaman dertsiz tasasız bebek arabası süren ebeveyne rastladınız? Gelişigüzel yapılan altyapı, bilinçsizlik ve saygısızlıkla birleşince yaşlılar ve engellilerin kamusal alanlardan neredeyse kaybolmasına yol açıyor. Elbette arabaları da unutmamak lazım. Nüfusumuz yılda %1 artıyor. Ancak her sene trafikteki 10 arabaya 1 tane daha ekleniyor. Yolların yetersizliği ve darlığı herkesin malumu. Ancak araba sayısı böyle artınca kaldırımlar da park yeri olarak kullanılmaya başlıyor. Avrupa bu sorunu bisikletle çözmeye çalışıyor. Bisiklete binenlerin oranı Londra’da %27, Barcelona’da ise %36. Bizde ise %5. İngiliz yazarın hikayesi, bizim gibi büyüyen şehirlerdeki erişilebilirlik sorununa dair önemli bir uyarı niteliğinde. Son seçimlerde verilen vaatlere bakacak olursak belediye başkanlarımız da bu konuda aynı fikirdeler. Kentlerimizin önemli erişilebilirlik sorunları olduğunu kabul ediyorlar, illegal kaldırım işgaliyle mücadele etmeyi, hasarlı kaldırımları yenilemeyi ve kamusal alanları düzeltmeyi planlıyorlar. Öte yandan turizm sektörü hızla büyüyor; her yıl milyonlarca insan yaz aylarında kıyılara akın ediyor. Ancak bir türlü bu kitleyi kentin merkezini ziyaret etmeye ikna edemiyoruz. İngiliz yazarın hikayesine bırakılan bir yorum, turistlerin neden kent merkezini ziyaret etmediklerini özetler gibi: “Aman ha orada yürürken sağa sola, manzaraya bakayım deme. Aşağı bakmayan kendini yerde bulur.” The Guardian’daki yazının İzmir hakkında olduğunu düşündüyseniz yanılıyorsunuz. Bu olay, Yunan komşumuz Atina’da cereyan etmiş. Şaşırdınız mı? Şaşırmayın. Atina’nın karşılaştığı zorluklar, hızla büyüyen birçok şehirde görülüyor. Büyük düşünür İbn Haldun’un dediği gibi, "Coğrafya kaderdir." Akdeniz kentleri, tarihleri, kültürleri ve hızla artan kentleşme süreçlerinden dolayı benzer yazgılara sahip. Çözmemiz gereken sorunlar büyük. Ama bunları ele alırken de rahmetli Çetin Altan’ın dediği gibi enseyi çok karartmamak lazım.