MARTNISAN2024
Avram Ventura
Bilgiç geçinenler
BİLGİÇ GEÇİNENLER
Televizyonda bir tartışma programı izliyordum. Herkese eşit koşullarda bir konuşma süresi verilmişken, katılımcılardan biri yerinde duramıyor, sürekli başkalarının sözünü kesiyor, yöneticinin cümlesini bitirmesine bile fırsat vermiyordu. Hele konuştuklarında saygıdan, hoşgörüden söz etmiyorlar mıydı, onlara bu yüzden daha çok kızmıştım. Sanıyorlar ki bu tür davranışlarla, toplumun beğenisini kazanacaklar, kendilerine gündem yaratacaklar! O sırada bunları niçin karşımıza çıkarıyorlar diye düşünürken, izlemekten sıkılıp televizyonu kapatmıştım. Konu yalnız o programla sınırlı kalsa gülüp geçebilirdim, oysaki örnekleri o denli sıkça karşımıza çıkıyor ki..
Aslında bu tür bilgiç geçinen insanlarla, toplumun her kesiminde, her zaman karşılaşıyoruz. Daha küçük yaşlardan başlayarak okullarda, hayata atıldıktan sonra günlük toplantılarda, derneklerde, politikada… Kısacası birden çok insanın bulunduğu her yerde… Söyleyecek bir sözleri olmasa da, kendilerini gösterme tutkusuyla, her fırsatını bulduklarında öne çıkmaya çalışıyorlar. Hele aynı sözleri yineleyerek ya da benzer sözcüklere aynı şeyleri söyleyerek bizi tutsak etmiyorlar mı?..
Eski Yunan’ın en büyük ozanlarından Homeros, Odysseia destanında, kendisi hakkında şöyle der:
“Ben bir daha anlatmasını hiç sevmem
Uzun uzadıya bir kere anlattığımı”
Ne diyelim? Değil mi ki herkes farklı bir amaçla insanlara sesleniyor, mutlaka yaklaşımı da farklı olacaktır.
Bunları yazarken bir arkadaşımı anımsadım. Kendisi yüksek eğitimli, toplumun saygın insanlarından biri… Birçok konuda da bilgili, birikimli olduğunu söyleyebilirim. Ne var ki tanık olduğum, kendisinin yer aldığı toplantıların birçoğunda, ne söyleyeceğini söz aldıktan sonra düşünmeye başlıyor. Bu yüzden konuya girinceye kadar, uzun süre sözü dolaştırdığını görüyorum. Oysaki beklese, söyleyeceklerini kafasında toparlasa, daha kısa zamanda ve özlü olarak düşüncelerini aktarsa, herkes için daha yararlı ve etkili olur. Ne yazık ki, hangi düzeyde isterse bulunsun, insanın yapısı değişmiyor. Bu kendini gösterme çabasının biraz da egomuzdan kaynaklandığını düşünüyorum.
Dilimize yerleşmiş bir deyimi olumlu anlamda sıkça kullanırız: Leb demeden leblebiyi anlamak! O insanlar için anlayışı güçlüdür, zekidir, daha sözün başında söylenmek istenenleri anlar deriz. Oysaki bir süre önce okuduğum, bu söze kaynaklık ettiğini sandığım öykü, bana tümüyle tersini söylüyor:
Osmanlı döneminde, medresede öğrenim gören, bilgiç geçinen bir molla varmış. Bu molla, Farsçadan sınava girdikleri bir gün, arkadaşlarından önde olma tutkusuyla, ne soracak diye hocanın ağzına bakıyormuş. Daha hoca “dudak” anlamına gelen “leb” sözcüğünü der demez, hemen “leblebi” diye atılmış. Sonra da şunu eklemiş: “Leb, leblebi sözcüğünün ilk hecesidir, efendim.” Hoca bunun üzerine gülerek öğrencisine şöyle demiş: “Maşallah, leb demeden leblebiyi anladın. Yine de sözün sonunu beklesen iyi olurdu. Akıllı insan, gereğinde susmasını bilendir!”
Ne yazık ki birçoğumuz daha bir sözün tümünü dinlemeden, doğal olarak söyleneni anlamadan, yorum yapmaya çalışıyor. Bu yüzden çoğu kez yanılgıya düşüyor, dinleyenlerin tepkisini çekiyor, gülünç durumlara düşebiliyoruz.
Kendi payıma şunu söylemek isterim:
Bilgiç geçinenlerin safında yer almaktansa, bilgelerin söz ve davranışlarını örnek alalım. Bu şekilde toplum içindeki saygınlığımızı daha iyi koruyabiliriz.