KASIMARALIK2023 Prof. Dr. Levent Kırılmaz
İyimserlik
İYİMSERLİK İyimserlik, yaşamda her olayın her zaman iyi yanını görmek ve iyi sonuçlar vereceğine inanmaktır. Yaşamınızda daima en iyiyi bulan ve daima en iyi olanı yaratan iyimser bir insan olabilirsiniz. İyimserlik güce yol açar, kötümserlik ise zayıflığa ve yenilgiye. Kötümser kişi, her fırsatta zorluk görür; iyimser kişi ise her zorlukta fırsat görür. İyimserlik, yaşamda mutlu olmanın en büyük anahtarlarından biridir. Yaşama yönelik bakış açınız iyimser olduğunda, etrafınızdaki insanlara da yaşama dair umut, inanç ve güven sağlayıp, onları canlandırıp yükseltirsiniz. Benzer benzeri çeker. Sizin iyimserliğiniz etrafınızda da iyimserliği yaratacak ve bu çığ gibi büyüyecektir. Yaşamda her şeyde her zaman ümit vardır, hatta başlangıçta bu ümit küçücük bir kıvılcım bile olsa… Uygun atmosferde sevgi ve ümit ile sarıldığında, o küçücük kıvılcım aleve dönüşür. Bu alev bir kez tutuştuğunda, artık hiç bir şey onun yayılmasını engelleyemez. İyimserlik, hayatta karşılaşılan her durum karşısında çözüm, imkân ve avantajları görebilmek için çaba harcamak demektir. İyimserlik öğrenilebilir. İyimserlik, yaşanılan tersliklere karşı verilen akılcı, yapıcı düşüncelerdir, bir zihin durumudur. Olumsuzluklara karşı verilen tepki ve yaşanılan problemlerle başa çıkmamızı sağlar. Olumsuz düşüncelere meydan okumak, duyguları kontrol etmeyi öğrenmek gerekir. İyimserlik ile problemlere karşı çıkma alışkanlık haline getirildiğinde yaşam daha iyi ve mutlu olur. Polyannacılık küçük şeylerden mutlu olmaktır, kendini avutmak değil, kayba uğradığınızda, elinizde kalanları fark etme ve sevinme becerisidir. Aşırı olmadan, yerinde kullanıldığı sürece kişiyi kaygıdan, sıkıntıdan korur. İyimserlik, Polyannacılık değildir, yaşama devam edebilmek için, gerektiğinde sıkıntılarla baş edebilme sanatıdır. Kötümserlerin belirleyici özelliği, kötü olayların uzun bir süre devam edeceğine, yaptıkları her şeye zarar vereceğine ve bu olayların kendi hataları olduğuna inanma eğilimleridir. Dünyadan aynı ağır darbeyi alan iyimserler ise başlarına gelen şanssızlığı tam tersi bir biçimde yorumlarlar. Yenilginin yalnızca geçici bir aksaklık olduğuna ve nedenlerinin de yalnızca bu tek olguyla sınırlı bulunduğuna inanma eğilimindedirler. İyimserler, yenilginin kendi hataları olduğunu düşünmezler. Koşullar, şanssızlık ya da diğer insanlar buna neden olmuştur. Bu gibi insanlar yenilgiden etkilenmezler. Kötü bir durumla karşılaştıkları zaman, onu bir zorluk olarak görür ve eskisinden daha çok çaba harcarlar. Konuşurken bazen tek bir kelimeye alınırız veya tek bir kelimeye seviniriz. Birbirimizin yüz ifadelerinden, en küçük mimiklerden sürekli anlam çıkarmaya çalışırız. Küçük şeylere dikkat etmeyi öğrenebilen insan, bunlar karşısında mutlu veya mutsuz olmayı da öğrenebilir. Karamsarlığı öğrendiğimiz gibi iyimserliği de öğrenebiliriz. Neyin küçük neyin büyük; neyin ne zaman önemli veya önemsiz olduğu görecelidir. Ancak insan, nesnelere ve olaylara değer verebilen bir varlıktır. O halde insan, karşılaştığı küçük şeylerden hangisine ne yönde önem vereceği konusunda iradesini kullanabilir. Genelde yaşama pozitif bakmalıyız. Tehlikeler karşısında önlem almak gerektiğinde bazen negatif düşünmek gerekebilir. Fakat negatif düşünmeyi bir alışkanlık haline getirmek, bizi tehlikelerden korumak yerine tehlikeye atabilir. İnsanın, bu dünyaya uyum sağlayacak, kendini mutlu kılacak şekilde, çevresindeki olayları önemli ya da önemsiz algılamaya yetecek gücü vardır. İyimser olmak kişinin sağlıklı olmasını da sağlar. Pozitif yaklaşım sayesinde bağışıklık sistemi daha sağlıklı çalışır. İyimserlik, umudu diri tutar. İyimserlik yoksa umut yoktur. İyimserlik en kötü havada bile her an güneşin doğuşunu ummaktır. İmkânsız gibi görünende bir “olma” ihtimali görmektir. Kötümserliğin yönü geriye, iyimserliğin yönü ise ileriye dönüktür. Yaşamak iyimser olmaktır. PATATES, YUMURTA VE KAHVE ÇEKİRDEĞİ Bir zamanlar, her şeyden sürekli şikâyet eden, her gün hayatının ne kadar berbat olduğundan yakınan, karamsar ve kötümser bir kız vardı. Hayat ona göre, çok kötüydü ve sürekli savaşmaktan, mücadele etmekten yorulmuştu. Bir problemi çözer çözmez, bir yenisi çıkıyordu karşısına. Genç kızın bu yakınmaları karşısında, mesleği aşçılık olan babası ona bir hayat dersi vermeye niyetlendi. Bir gün onu mutfağa götürdü. Üç ayrı cezveyi suyla doldurdu ve ateşin üzerine koydu. Cezvelerdeki sular kaynamaya başlayınca, bir cezveye bir patates, diğerine bir yumurta, sonuncusuna da kahve çekirdeklerini koydu. Daha sonra kızına tek kelime etmeden, beklemeye başladı. Kızı da hiçbir şey anlamadığı bu durumu seyrediyor ve sonunda karşılaşacağı şeyi görmeyi bekliyordu. Ama o kadar sabırsızdı ki, sızlanmaya ve daha ne kadar bekleyeceklerini sormaya başladı. Babası onun bu ısrarlı sorularına cevap vermedi. Yirmi dakika sonra, adam, cezvelerin altındaki ateşi kapattı. Birinci cezveden patatesi çıkardı ve bir tabağa koydu, ikincisinden yumurtayı çıkardı, onu da bir tabağa koydu. Daha sonra son cezvedeki kahveyi bir fincana boşaltıp kızına dönerek sordu: “Ne görüyorsun?” “Patates, yumurta ve kahve?” diye alaycı bir cevap verdi kızı. “Daha yakından bak bir de” dedi baba, “patatese dokun.” Kız denileni yaptı ve patatesin yumuşamış olduğunu söyledi. “Aynı şekilde yumurtayı da incele.” Kız, kabuğunu soyduğu yumurtanın katılaştığını gördü. En sonunda, kızının kahveden bir yudum almasını söyledi Söylenileni yapan kızın yüzüne, kahvenin nefis tadıyla bir gülümseme yayıldı. Ama yine de bütün bunlardan bir şey anlamamıştı. “Bütün bunlar ne anlama geliyor baba?” Babası, patatesin de, yumurtanın da, kahve çekirdeklerinin de aynı sıkıntıyı yaşadıklarını, yani kaynar suyun içinde kaldıklarını söyledi. Ama her biri bu durum karşısında farklı tepkiler vermişlerdi. Patates daha önce sert, güçlü ve tavizsiz görünürken, kaynar suyun içine girince yumuşamış ve güçten düşmüştü. Yumurta ise çok kırılgandı, dışındaki ince kabuğu içindeki sıvıyı koruyordu. Ama kaynar suda kalınca yumurtanın içi sertleşmiş, katılaşmıştı. Ancak, kahve çekirdekleri bambaşkaydı. Kaynar suyun içinde kalınca, kendileri değiştiği gibi suyu da değiştirmişlerdi ve ortaya tamamen yeni bir şey çıkmıştı. “Sen hangisisin, bir sıkıntı kapını çaldığında nasıl tepki vereceksin?” diye sordu kızına. “Patates gibi yumuşayıp ezilecek misin? Yumurta gibi kalbini de katılaştıracak mısın? Yoksa kahve çekirdekleri gibi, başına gelen her olayın duygularını olgunlaştırmasına ve hayatına ayrı bir tat katmasına izin mi vereceksin?