OCAKSUBAT2025
ŞEHİR GAZİNOSU BİR DÜŞ MÜYDÜ?
Şehir Gazinosu bir düş müydü? Dikkatinizin özellikle yoğunlaşmasını isterim ki, emperyalizme karşı 1915 yılında yitirilmiş İzmir kenti, 1922’de geri alındıktan sonra yaşadığı büyük yıkım ile yangının ardından kendini toplamaya uğraşırken çağdaş uygarlığa giden ilk adımları atmakta da kararlı ve hızlı olmuştur. TBMM tarafından 1923’te kabul edilen Cumhuriyetin ilanına koşut süreçte Türk Ulusu, o bağımsızlık savaşı verdiği Batı’nın sahip olduğu uygarlık değerlerini alma konusunda asla ikirciklenmemiş, Batı’nın çağdaş kültürüne asla arkasını dönmemiş, abece’sinden giyimine, müziğine kapılarını alabildiğince açmıştır. Bu bağlamda Cumhuriyet ile gelen ulus olmanın güzelliği ve görkeminin, yine o dönem gazino eğlencelerine ve balolarına da yansıması bunlardan biridir. Yeni kuşakların bilmediği, anımsayanların ise sayıca hayli az kaldığı Birinci Kordon’daki 1932 yılında kurulmuş Şehir Gazinosu bunun somut bir örneğidir. İzmir’de yayımlanan bir gazetenin, 10 Nisan 1933 tarihinde Şehir Gazinosu ile ilgili verdiği şu haber panoramayı aktarması yönüyle ilginçtir: "Şehir Gazinosu, İzmir Umumi Efkârının takdirini topladı. Belediye Reisi Behçet Salih Bey’in yokluk içinde varlık ifade eden eserlerinden biri de Birinci Kordon’da vücuda getirilen Şehir Gazinosu ve yanındaki çocuk bahçesidir. Bayramın ilk günü kuşat edilen ve çok güzel bir şekilde tanzim edilmiş bulunan Şehir Gazinosu, Kordon’dan geçen her vatandaşın takdirlerini toplayan bir eser olmuştur. Behçet Salih Bey’in gayretini müstecir Murat Bey’in idaresi, ince zevki ile tefriş tanzim ve idarede gösterdiği fedakarane mesaisi tamamlamıştır. İzmir’in şerefiyle mütenasip bir Şehir Gazinosu vücuda getirmek hususunda gösterilen gayreti takdirle karşılarız. Şehir Gazinosu bol elektrik ziyalarının parıltıları içinde Kordon’un incisi olmuştur. İzmirliler, yoğun boğucu sıcaklar esnasında kendilerine çok nezih bir muhite şimdiden kavuşmuşlardır." Yaman merakta mısın ey okur, bu Şehir Gazinosu neredeydi? diye... Sıkı dur lütfen, yerini aktarıyorum: Hani bir kısım siyaset erbabının kentin sahip olduğu derin ve naif kültürü bilmeden dört şeritli otoyol yapma konusunda tutturduğu Birinci Kordon’da, uzun yıllar NATO’ya ait soğuk mu soğuk, taş yüklü bina iken şimdi aynı soğuklukta orduevine çevrilen yapı var ya, işte orası! İşte orası 1930’lu yıllarda, üzerinde bina bulunmayan, ağaçlar arasında, halkın "öğle vakti çok temiz bir hava ve güzel çiçek kokuları arasında ve hem de radyo ile yüksek müzik parçalarını dinleyerek yorgunluğunu giderdiği, mütenevi ve turfanda yemeklerle gıdasını temin imkânını bulabildiği" bir yerdi. Öyle bir yerdi ki, savaştan ve yıkımdan çıkmış halk, "Akşam saf havalı deniz kenarında güneşin gurubunun, imbat rüzgarının yardımıyla gelen gül kokuları arasında yalnız 75 kuruş tabldot ücret ile yemek ve istirahat fırsatını" bulabildiği bir güzelliğe sahipti. Halka açık Şehir Gazinosu’na üst başınız dağınık, iki günlük uzamış sakal traşlı erkek yüzünüzle, özensiz bayan giyiminizle giremezdiniz. Savaştan çıkmış, yorgun, Osmanlı’dan kalma borcunu ödeyerek ekonomisini düzlüğe çıkarmış, yorganını ayağına göre uzatmasını bilen halkın bayanları etek döpiyes giyer, başlarına şapka takar öyle giderlerdi. Ya erkekler? Erkekler nasıl mı giderlerdi? Şehir Gazinosu’nun son dönemlerini yaşamış Vâlâ Rüstem hanımefendinin aktardığına göre erkekler yarım astarlı krem renkli ceket, tiril tiril ütülü keten pantolon ve boyalı ayakkabılarla Şehir Gazinosu’ndan içeri adımlarını atarlardı. Kapısında Çolak Hasan dururdu gazinonun. Çam ağacının iğne yapraklarına geçirdiği İzmir’in ünlü yasemin çiçeğinden yaptığı küçücük demetleri erkeklere parası karşılığı uzatır, centilmen erkek aldığı bu demeti yanındaki bayana verirdi. Bu bir kültürdü. İsteyen yemek yer, içkisini içer, isteyen salt çayını yudumlarken guruba karşı Körfez’den gelen meltemle sıcak yaz akşamını rahat bir biçimde geçirmeye çalışırdı. Gazoz günleri düzenlenirdi Yine 1930’ların günlük gazetelerinin sayfaları arasında dolaştığımızda, "müşterilerinden gördüğü fevkalâde rağbet üzerine Şehir Gazinosu’nda cuma, cumartesileri ‘gazoz günleri’nin düzenlendiğini" görüyoruz. Ayrıca diğer günler gibi bu günler için de "tanınmış bir heyetten müteşekkil alafranga müzik ve cazbant da temin eylenmiştir." Gazoz günleriyle birlikte düzenlenen garden partiler de büyük ilgi görmektedir. Garden partilerde "kuvvetli orkestranın iştirakiyle yapılan müteaddit danslar ve varyete numaralarına renkli projektörler vasıtası ile daha fazla ziyalar verilmekte ve mevsimin en güzel tuvaletleriyle danslara iştirak eden şehrin Türk ve ecnebi kibar mehaŞli çok zevkli ve neşeli bir vakit geçirmek fırsatını elde etmektedir." Şehir Gazinosu’na Avrupa’dan getirtilen caz orkestrası ile ilgili bir haber de 8 Temmuz 1933 tarihli Yeni Asır’da, "İzmir’de, ilk kez bir gazinoda, caz müziği başladı" başlığı ile verilir. Haber şöyledir: "Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra bütün dünyada ve her alanda bir yenileşme hareketi başladı. Bizde de İstiklâl Savaşı’ndan ve Saltanat’ın yıkılmasından sonra her türlü ileri hareketlere kapılarımız açıldı. Avrupa’nın son icadı gramofon sayısı gittikçe artıyor. Avrupa ile Amerika’da, şimdi de caz müziği modası var. İzmir’deki gazinolarda günümüze kadar sadece Türk halk ve klâsik müzikleri dinleniyordu. Artık caz müziği de dinlemek kabil olacak. İlk caz müziği programı, Kordon’daki Şehir Gazinosu’nda başladı." Atatürk geliyor İzmir’e 17 kez gelen Kemal Atatürk, 13 Nisan 1934’te Şehir Gazinosu’na gelmiştir. O gün bir gazetemiz, Ata’nın Şehir Gazinosu’na gelmesiyle ilgili olarak aynen şöyle yazar: "Gazi Hz. dün konaklarında istirahat buyurdular ve akşam saat 19’da refakatlerinde bulunan zevat ile birlikte Şehir Gazinosu’na şeref verdiler. Burada saat 21’e kadar kaldılar. Sevgili Şef’in Şehir Gazinosu’nda huzuru, bu saatte Gazino’da bulunan vatandaşları çok sevindirdi. Zira Gazi’mizi bol bol görmek saadetine mazhar oldular. Reisicumhur Hz. Şehir Gazinosu’nu beğendiler ve Gazino’yu terkederken ‘Uzun senelerden beri bu kadar güzel bir manzara karşısında bu kadar zevkli bir bira içmedim. Burası ömür bir yer’ diyerek yüksek iltifatlarını izhar buyurdular." Şehir Gazinosu’nun işletmecisi Murat Türkmenoğlu’nun oğlu Hüseyin Türkmenoğlu o yıllara ilişkin anılarını aktarırken Atatürk’ün Şehir Gazinosu’na bir başka gelişinde ressam Kadri Atamal’ın karısı ile burada dans ettiğini aktarıyor. Ata, 23 Haziran 1934 tarihinde Şehir Gazinosu’nda önemli bir konuğunu, İran Şahı Rıza Pehlevi’yi ağırlamaktadır. O gece kentin unutulmaz valilerinden Kâzım Paşa’ya ‘Dirik’ soyadının verilmesi de Hüseyin Bey ile Girit muhaciri Naim Ozkay Bey’in tanıklığında Şehir Gazinosu’nda olur. Şehir Gazinosu tarih oluyor İlk yapılışında yazlık olan, ardından kış mevsimi boyunca da İzmirlilere hizmet etmesine karar verilen 1933 yılı sonunda kışlık bölümü yapılan Şehir Gazinosu’nun sonunu hazırlayan olgu İEF’nın gösterdiği gelişmedir. Umur Sönmezdağ’ın, "İzmir tarihinde sergi, panayır, fuarlar ve kültürpark" adlı kitabını okuduğumuzda Şehir Gazinosu’nun sonunun nasıl getirildiğini görmekteyiz. 1938 yılında yapılan İEF’nın gördüğü ilgi konaklama sorununu beraberinde getirmiştir. "Gerek yerli, gerekse yabancı turistlerin gösterdikleri ilgi karşısında en büyük sorun yatacak yer idi. Her ne kadar Erkek Lisesi (bugünkü Atatürk Lisesi), geçici olarak otele dönüştürülmüş ve özel bir şahıs tarafından Pasaport’ta Fuar Oteli açılmış ise de yatak sayısı çok yetersizdi. Hakkı Ocakoğlu imzalı bir yazıda, ‘Fuar, turistlere ucuz seyahat imkânlarını hazırlayacak, şehire bol eğlenceler temin edecek, milli ekonomimiz için hayırlı ve müsbet neticeler verecektir... Fakat ziyaretçilerin istirahatlerini temin edecek müesseselerimiz yeterli değildir. 100’er, 200’er kişilik grupları barındıracak otellerimiz yoktur. İzmir’in turistik bakımdan iki eksiği vardır: a)Yollar b)Oteller. Turizm ve fuar münasebeti ile ziyaretçi kabul eden şehirler otel meselesini halletmelidir’ denmektedir." Sözü edilen bu önemli eksiği gidermek için 300 bin lira harcamayla 1939 fuarına yetişecek bir gazinonun yapımı kararı alınır. 1932 yılında Belediye Başkanı Behçet Salih (Uz) tarafından ‘Açıkhava Aile Gazinosu’ olarak düzenlenmişken, daha sonra yine Uz tarafından ‘Şehir Oteli’ inşasına karar verildiği için ortadan kaldırılan Gazino’nun yerine Şehir Oteli yapılır. 2. Dünya Savaşı nedeniyle otel işletmeye açılamaz. 1953 yılına değin yine gazino olarak kullanılır ancak o ilk albenisini yitirmiştir. Aynı yıl bina, Belediye Başkanı Rauf Onursal tarafından Milli Savunma Bakanlığı’na NATO binası olarak devredilir. İlk yanlış; ağaçlıklı, halka açık, deniz manzaralı yerde, Körfez’in meltemine açık alana inşaat yapılmasıdır. Şehir Oteli’nin bir süre duran inşaatı 1949’da yeniden başlar. DP iktidara gelince inşaat hızlanır, 1953’te tamamlanır. Belediye, DP’ye yardımı olmuş, hizmet etmiş Yüklenimci Albayrak’a oteli 1 milyon 250 bin liradan satmak isteyince, özellikle Sadullah Danış’ın Demokrat İzmir’de çıkan ağır yazısı üzerine satıştan vazgeçilir. Geceleri Esuardo Biango (Tango Kralı) Orkestrası’nın çaldığı, siyah giysili erkekler ile tuvaletli hanımların doldurduğu, beş yıl boyunca Kordon’da aile gazinosu olarak hizmet veren Şehir Gazinosu, 1938 yılı başlarında betonun soğuk yüzüyle karşılaştığında düş cenneti kimliğini yitirmiştir. 1953 yılından 1990’lara değin bu kez NATO’nun soğuk yüzünü taşır. Şimdi ise aynı soğuk yapısıyla orduevidir. Evet, döneminde İzmir’in en önemli yeri olma kimliğini taşıyan Şehir Gazinosu ile ilgili Hüseyin Türkmenoğlu’nun anılarından yaptığı aktarmalarla kapatalım sayfayı: "1933 ya da 1934 yılıydı. Macaristan’dan bir çigan orkestrası geldi ilk kez. Çaldıklarında Kordon tıklım tıklım dolardı. Öyle ilgiyle izlenirdi ki faytoncuların kırbaç sesleri sükuneti ihlal ederdi. Hiç unutmuyorum; Telefunken firması Şehir Gazinosu’na yeni ses düzeni kurmuştu. Karşıyaka’dan gazinoya telefon edip, "aman bu parçayı yeniden çalsınlar’ isteklerini ilettiklerini iyi biliyorum. İzmir yerli halkı o yıllarda deniz ürünlerini pek bilmez, tüketmezdi. Daha çok bilinen balık türleri çipura, lidaki, barbun, levrek, kefaldi. Karides ile istakozu ise daha çok ecnebiler bilirdi. Balıkçılar gazinoya karidesleri, istakozları sepetler içersinde getirirlerdi. 40 paradan seçer seçer alırdık. Levrek; tavada, yapma mayonez, haşlanmış patates ile sunulurdu. Çipura ekseri tava yenirdi, ızgara yenmezdi. Trança ise bilinmezdi. Tranç, Fransızcada dilim, İtalyancada parça anlamındadır. Trançanın kafasının değerini bilen müşteri ayrıydı. Balıkçı, o yüzden trançayı kafasından ayırır, kafayı özel müşterisine satardı. O zamanlar fırınlarda ekmek öğleyin çıkardı. Ekmek çıktıktan sonra, közde kakavia adı verilen, trançanın kafasıyla domates, soğan, patatesin birlikte için için pişmesiyle yapılan yemek pek kokulu, pek iştah açıcı, dolayısıyla pek lezzetli olurdu. Kakaviayı Türkler bilmez, ecnebiler bilir, yerdi."