Bulunduğu sayı belirtilmemiş.
Avram Ventura
Yazgıya İnanıyor Muyum?
Yazgı olgusu zaman zaman bir tartışma konusu olarak ortaya çıksa da, sonuçta bir inanca bağlı olmasından dolayı bir sonuca varmamız olanaksız. Bu doğrultudaki teslimiyetçilik bir yana, yazgıya inanmayanımız pek azdır; ancak bu sözcükten herkesin çıkardığı anlamlar çoğu kez farklı oluyor.
Başımıza gelen kimi felaketler kadar, güçsüzlüğümüzden, bilgisizliğimizden, ilgisizliğimizden kaynaklanan her türlü olumsuzluktan sonra, yazgıya sığınarak avunmaya çalışıyoruz. Engellenebilecek, üstesinden gelinebilecek kimi olaylardaki eksikliklerimizi de, yine yazgımızdır diyerek onaylıyor, kabulleniyoruz. Çoğu zaman kimimizin, sorumluluğu paylaşmak ya da onu üstümüzden atmak için bu sözcüğün gücüne, belki de gizemine sarıldığını düşünüyorum.
Albert Einstein, genelde insanlığın yazgısının, neyi hak ediyorlarsa onun olacağını söyler. Bir başka deyişle, insanların kendi çaba ve iradeleriyle yaptıkları şeyler, onların hak ettikleridir. Bu nedenle yazgılarını da kendileri hazırlamış oluyorlar.
Ünlü fizikçiye karşın Goethe, kimsenin yazgısını değiştiremeyeceğini ve ondan kaçamayacağını belirtir. Dünyaya gözümüzü açtığımız andan başlayarak, alnımıza bir hayat çizgisinin yazılmış olduğunu ve bunun hiçbir şekilde değişmeyeceği inancını taşır.
Bu konuya takılmışken, bir ara kendi kendime sordum:
-Yazgıya gerçekten inanıyor muyum?
Doğrusunu söylemek gerekirse, kesin bir yanıt veremedim. Bir yanda yerleşik inançlarım, öte yanda kuşkucu aklım!
Kendi dışımda gelişen, sonucuna hiçbir etkimin olmadığı kimi olaylarda, inanabilirim; oysa döktüğüm alın terinin, yaptığım çalışmaların doğrultusunda ortaya çıkan olumlu ya da olumsuz sonuçları yazgıya yüklemek bana pek akıllıca görünmüyor. Ayrıca bu konuda rastlantı, doğal olaylar, şans, inanç gibi etkenleri de göz önünde bulundurmak gerekir diye düşünüyorum.
Bir Zen öyküsünü anımsadım:
Nobunaga adlı yüce bir Japon savaşçı, bir avuç eriyle, sayıca kendilerinden on kat daha güçlü düşmana saldırmayı kararlaştırır. Kazanacağını bilir, ama erleri kuşkuludur. Yolda bir Shinto gömütlüğünde duraklarken, erlerine şunları söyler:
-Gömütlüğe gireceğim. Çıkınca şu parayı havaya atacağım; tura gelirse bu savaşı biz kazanacağız, yazı gelirse yenileceğiz. Hepimiz yazgının elinde bir oyuncağız!
Nobunaga gömütlüğe girer, sessizce yakarır. Çıktığında parayı atar, tura gelir. Erleri alacakları sonuçtan emin, vuruşmak için sabırsızlanırlar ve savaşı kolayca kazanırlar.
Yardımcısı savaştan sonra,
-Yazgıyı kimse değiştiremez, der.
-Doğru dersin, diye yanıtlar Nobunaga; her iki yanı turalı parayı göstererek…
Geleceği bilme merakı kadar, fallardan yardım bekleme, birçoğumuz dışa vurmasa da, bir tutku olarak bizi her zaman kışkırtır. Kehanetlerden alacağımız olumlu ya da olumsuz iletiler doğrultusunda, ister istemez bir beklentiye giriyor, kendimizi yönlendiriyoruz. Öyküdeki Japon savaşçılarının, savaşı kazanacaklarına inandıkları gibi...
Yazgıya inanmak, birçok gelenek ve inancın temelini oluşturur. Engellenemeyen kimi olayların, üstün bir güç tarafından yönlendirilmesi düşüncesi, yaşamı daha katlanılır hale getirmek için önemli bir etmen olmaktadır. Bir yere kadar bu inancın, mutluluğumuza da kaynaklık ettiğini söyleyebiliriz. Kuşku duymadan, düşünmeden, yeterince sorgulamadan, doğacak tüm olumsuz sonuçları sindirebildiğimiz, daha doğrusu kabullendiğimiz oranda, kendimizi daha mutlu duyumsayabiliyoruz.
Yapabilirsek!..