Bulunduğu sayı belirtilmemiş. Arzu Berk
Maskeli Balo...
Uzun zamandır inaçların, aşkların, acıların, sevinçlerin, coşkuların, sevginin, hoşgörünün, anlayışın biz insanoğlu üzerindeki etkilerini araştırıyor, gözlemliyorum. Biz, biz olmaktan çıkıyoruz. Korkuyorum. Evet, itiraf ediyorum: Korkuyorum. Başka kalıplarda yürüyoruz. Mış gibi olmaya çalışıyoruz. Önyargılara, mahalle baskısına, olmazlara, yapamamalara; o ne der? bu ne der? bu yaşta olur mu? ya kırılırlarsa? gibi sorular eklenerek mazeret listesi yine uzayıp gidiyor. Oysa kalbimizden geçtiği gibi yaşamak başkalarının da kalbinden geçene saygı duyabilmeyi beraberinde getirir. Hoşgörünün her anına yayıldığı bir hayat yaşamak hoşgörülü olmayı doğalında mecbur kılar. Anlayışın, sevginin çoğaldığı, maskelerden arınmış samimi birliktelikler böyle temeller üzerine inşa edilir. Bunun yerine yaşamadığımız hayatları yaşıyor gibi davranmaya, sürü psikolojisi ile çok umursamaya ve kalıplara göre yaşamaya bayılıyoruz. İçimizdekiler de elbette uslu durmuyor, söylemek isteyip de söyleyemediklerimizi özlü sözlerde arıyoruz. Yapmak isteyip de yapamadıklarımızı yapanların sayfalarından beğeniyor, onlara özeniyoruz. Hatta paylaşıyoruz. Birey olmayı, arkadaş olmayı, anne – baba olmayı, eş olmayı, çalışan veya işveren olmayı hep farklı maskeler ardında yaşıyoruz. Bizi biz yapan farklılaştıran seslerimizi kısıyoruz. Özde istenen bir olmak, birey olmak. Olduğun gibi olmak ve görünmek. Kimin ne diyeceğinin çok da umrumuzda olmadığı bir hayat yaşamak. Özde iyilik varsa serde de oluyor muhakkak. Bazen kaçıyor kantarın topuzu. Menfaatler giriyor devreye. Hele o “ego” yok mu o ego! Karıştırıyor ortalığı. E, biz de izin veriyoruz. Elbet her zaman her şey toz pembe olacak değil. İnsanlar, hayatlar, düşünme şekilleri çeşit çeşit. Her gün bir yeni duruş ve durum ile karşılaşabiliyoruz. Uymayabiliriz, anlaşamayabiliriz, hatta aynı dili de konuşamayabiliriz. İşte o an hoşgörüyü çağırmak lazım acilen. Karşılıklı olmalı tabi anlıyorum ve hatta katılıyorum. Ayna olmalıyız bir birimize. Açık, net, varsayımlardan uzak bir iletişimin gücünü ve coşkusunu doldurmalıyız yüreklerimize. Birbirimizin zenginliklerinden çoğalmalıyız; ötekileştirmeden, itmeden, incitmeden, aşağılamadan, küçümsemeden. Olduğu gibi sevmeliyiz insanı, doğayı. Kısacası her canlıyı. Yaş aldıkça tecrübe de artıyor hayatımızda. Seçimlerimiz, tercihlerimiz de değişiyor her yaşla. 40’ından sonra bir başka oluyormuş insan. Şimdi anlıyorum rahmetli babamı. “Bak bir yaş daha aldın, henüz bir şey hissetmiyorsun hatta ne değişti ki diye soruyorsun” demişti ve eklemişti “değişen son bir yılda edindiğin o muhteşem tecrübe güzel kızım demişti. Paha biçilmez bir yaşanmışlık, biriken anılar, anlar, dostlar ve hatta acılar.” O yaşlarda serde delikanlılık var ya “hı hı” deyip gülmüştüm. Büyümek böyle bir şey olsa gerek. Her yaşın ayrı bir güzelliği, değeri var anladım. Herşeyden önemlisi ise farkındalıkmış. Ben buyum arkadaş demekle olmuyor. Ellerin, tornanın çamura şekil verdiği gibi hayat da bize ayar veriyor, büyüyoruz. İzin versek, anlasak, başka şapkalarla baksak hayata. Hoşgörsek, koşulsuz sevsek, başkalarıyla kıyaslamasak ve hatta kıyaslanmasak. İncinmekten kormadan ifade etsek hissettiklerimizi; kırmadan, dökmeden konuşsak; eğlensek, olanı olduğu gibi kabul etsek. Kalpten yaşasak, dans etsek, şarkı söylesek, üretsek, daha çok okusak, yazsak, çizsek, çocuksu, meraklı, coşkulu.