EKIM2021
JEAN DUBUFFET
Yerleşmiş kalıplara karşı duruşuyla Jean Dubuffet Sanat eğitimi almamış bir insanın Picasso’yla yakın arkadaşlık ilişkisine girip onun tarafından desteklenmesi ve resimlerinin galerilerde yan yana sergilenmesi bazı çevreleri rahatsız etse de akademik sanat eğitimi almış kişilerden farklı olan Henri Rousseau’nun eserleri “naif” terimi ile özdeşleşir. O günün ressamlarından Klee ve Jean Debuffet naif teriminin sınırlarını sorgulayan ressamlar olur. Sanatın en safını, en saf sanata yakın olanını bulmak amacıyla naif sanata yönelirler. Naif sanat terimi sözcük anlamıyla Latin kökenli nativus kelimesinden evrilmiştir. Anlamı doğal, sade, saf, tecrübesiz demektir. Bu nedenle akademik sanat eğitimi almamış insanların sanat yapıtlarını naif sözcüğünün tanımına uygun özellikler gösterdikleri için bu ad verilmiştir. Bu sanatçılar genellikle sıradan vatandaşlardı. Akademik eğitim almamış bir fabrika işçisi, bir ev kadını, atölyedeki çırak, bir postacı bu kesime giriyordu. Sanatı bu bakış açısıyla değerlendirmek sadece sanatın değil yaşamın da değerlendirilmesi anlamına geliyordu. Oysa o güne kadar plastik sanatlarda genel anlamda böyle bir yaklaşım yoktu. Önce yapıtda bakıp sonra sanatçının yaşamı mercek altına alınıyor, izleyen kişi sanatçı hakkında daha fazla bilgi istiyordu. Böylece yapıtın daha kapsamlı bir değerlendirmesi yoluna gidiliyordu. 1942 yılında Paris işgal altındaydı. Savaşın getirdiği sıkıntıların sanatçılar arasında etkisi ile yeni arayışlar, yepyeni yönelişler söz konusuydu. Büyük ustalar, Picasso, Braque, Matisse, Chagall hayattaydı, Giacometti gerçeküstücülükten uzaklaşmış, figüre dönmüş, boşluğu öne çıkaran, ince, uzun, varla yok arası figürlerini yaratıyordu. Öte yandan genç sanatçıların yapıtları, sonradan soyut sanat, non-figüratif resim diye adlandırılan birbirinden farklı yeni bir plastik dilin yaratıcıları olarak galerilerde yer alıyordu. Fransız ressam ve heykeltıraş Jean Dubuffet böyle bir ortamda, farklı malzeme kullanımı ve yerleşmiş kalıplara karşı olan duruşuyla sanata yeni bir soluk getirdi. O kendiyle başlayan ve kendinden sonra gelecek kuşakların öncüsü oldu. Debuffet klasisizme, akademizme, romantizme, izlenimciliğe, modernizme karşıydı. Tüm bu geleneksel değerlerin karşısındaydı. Sanata tümüyle başka bir noktadan yaklaşıyor, izleyiciyi de o farklı noktadan bakmaya, görmeye, okumaya, yorumlamaya çağırıyordu. O güne değin ressamların ele almadığı konuları tuvaline alırken, resim dilini de değiştiriyordu. Sanki resim sanatından habersiz, müzelere uğramamış gibi resmediyordu. Doğaya, dış dünyaya, kent yaşamına, sokaklara, metroya, otobüslere bakıyor, orada gördüğü yaşamsal ögeleri, insanları, sokakları, kafeleri o güne değin görülmemiş bir mizah anlayışıyla resmediyordu. Bunu yaparken boya ve tuvalin tutsaklığından kurtuluyor, kum, çakıl, kağıt hamuru, kurutulmuş otlar, çiçekler, ağaç kabukları, tutkal gibi sıra dışı malzemelerden yararlanıyor, daha sonra Art Brut adını vereceği akımı yaratıyordu.